Hakiki İman

Furkan Nesli Dergisi yazarı Dr. Murat Gülnar "Manevi Gelişim" kapak konulu Ekim sayısında "Hakiki İman" başlıklı yazısını kaleme aldı. Gülnar, "Modern dünyanın etkisinde kalan insan her geçen gün teknolojinin baş döndüren girdabı içinde kaybolmakta, insani vasıflarından birkaçını da beraberinde kaybetmektedir. " ifadelerini kullandı.

Hakiki İman
01 Kas 2017 15:20:09

Dr. Murat Gülnar'ın "Hakiki İman" başlıklı yazısı:

Modern dünyanın etkisinde kalan insan her geçen gün teknolojinin baş döndüren girdabı içinde kaybolmakta, insani vasıflarından birkaçını da beraberinde kaybetmektedir. Bir yandan çağının ekonomik, sosyal, siyasal buhranlarıyla mücadele etmekte, diğer yandan her gün daha da büyüyen sorunlar karşısında tökezlemektedir…

ALLAH (C.C) İNSANI BAŞIBOŞ BIRAKMAMIŞTIR

İnsanların buhranları, dinden ve dini değerlerden uzaklaştıkça daha da artmakta, buhranları arttıkça isyanı ve dini değerlerle arasında meydana gelen uçurumu daha da derinleşmektedir. Yaratılış gayesini unutmuş olan insanlığın büyük bir çoğunluğu maalesef bu durumdadır. Hâlbuki Allah Celle Celaluhu insanı hiçbir zaman başıboş bırakmamış, iman edildiğinde ve tâbi olunduğunda insanı karanlıklardan aydınlığa çıkaracak elçiler göndermiştir. O elçilerin getirdiği öğretilerde insanın yaratılış gayesi, vasıfları, zaafları, bunlarla baş edebilmesinin yolları gösterilmiş, nasıl bir hayat yaşarsa yaratanını razı edebileceği hem dünyada hem de ahirette nasıl kazanabileceği öğretilmiştir.

DÜNYANIN ASIL SORUNU: İNANÇ VE İMANSIZLIK

Tarihe geçmiş bazı liderlerin kişisel hırsları için, saltanatlarını pekiştirme adına giriştikleri savaşlar ve akabinde dünyada meydana getirdikleri sorunların gerçek nedeni başka kılıflarla gizlense de insanlığın temel sorunu inançsızlık, kendini tanımama ve bununla beraber haddini aşma sorunudur. II. Dünya Savaşı sonrasında toplum önderleri insanlığın ıslahı için çalışmalar yaptılar ve çeşitli sloganlar geliştirdiler. Onlara göre güya sorun fakirlik, cehalet, hastalık ve gelir düzeyinin yetersizliği idi. Bu duruma itiraz eden İmam Hasan El-Benna diyor ki: “Hayır, temel sorun ve kriz; düşünce, inanç, ruh ve nefis sorunudur. Asıl sorun inanç ve imansızlık sorunudur.”1 Avrupa için veya genel olarak Müslüman olmayan toplumlar için sorun ‘inançsızlık’ olabilirse de Müslümanlar için bunun adına imansızlık diyemeyiz belki ama iman zayıflığı, maneviyat eksikliği diyebiliriz.

BU SENE “MANEVİ GELİŞİM SENESİ”

Müslümanlar olarak bizler de gelişen teknolojiden ve dünyanın negatif atmosferinden etkileniyoruz. İçinde yaşadığımız toplumun gayr-i İslami ortamları, Müslümanlara yapılan baskıların artması, dünyada İslam’ın gelişmesini engelleyen küresel planlar ve çabalar, yolun uzunluğu ve imtihanların zorluğu hepsi birden insanı olumsuz etkiliyor, tökezlemelere, savrulmalara yol açıyor. Tüm bu olumsuzluklara rağmen istikametten ayrılmamak, her şeye rağmen aynı inanç ve kararlılıkla yola devam etmek manevi dinamiklerin (iman, sabır, ihlas, tevekkül gibi) güçlü olmasına bağlıdır. Furkan Hareketi olarak her yıl, özelde kendi içimizde, genelde tüm toplumda görülen eksikliği tespit etmeye çalışmakta, o eksikliği giderme adına hedef tayin etmekteyiz. Bu senenin hedefi de “Manevi Gelişim Senesi” olarak ilan edilmiştir. Bu zorlu süreçte sağlam bir ağaç gibi kökleri derinliklere uzanmış bir maneviyata (iman), gövde ve dallarıyla orantılı büyümüş ilim, ibadet, ahlak ve cihad vasıflarına sahip fertler yetiştirmediğimiz sürece tökezlemeler ve dökülmeler devam edecek, İslami hareket kan kaybedecektir. Ruh ve bedenden müteşekkiliz, eğer sadece bedenimizi besler ruhumuzu ihmal edersek tek kanatlı kuş misali uçamayız, uçmaya kalksak tökezler ve düşeriz. Muhterem Hocamız âdâb ve vird risalesinin ön sözünde 1980’li yılların İslami hareketinin maneviyat eksikliğinden bahsetmektedir. 1980 İhtilâlinden sonra silahlar susmuş fikirler konuşulmaya başlanmıştır. O dönemde okumaya ve araştırmaya başlayan İslami kesim İslam’ı, bir ideoloji gibi savunsa da ibadet ve manevi gelişim yönünü ihmal etmiş, sonuçta söylemleri İslami olan ancak ibadete, zikre ve manevi gıdalara önem vermeyen bir nesil ortaya çıkmıştır. İslam’ın sadece ibâdi ve manevi boyutuna yönelmek ve İslam’ın siyasal ve toplumsal boyutunu unutmak nasıl yanlışsa, sadece siyasal İslam’ı konuşmak, insanın manevi yönünü ihmal etmek de aynı şekilde yanlış olacaktır.

KAMİL İMAN NEDİR?

Biz bu sayıda manevi gelişimin basamaklarından ilkini oluşturan iman üzerinde duracağız. İman derken akidenin konusu olan, zıddı küfür anlamındaki imanı değil, daha çok tasavvufun konusu olan, hakiki iman veya kâmil imandan bahsetmiş olacağız. İman, kelime manası olarak bilmek ve inanmak demektir. Buradan hareketle diyebiliriz ki mademki iman bildiğine inanmaktır o halde inanılacak şey hakkında evvela malumat gereklidir. Bu bilgi bazen gözlem, düşünmek (tefekkür) ve tecrübe ile bazen de kesin bilgiyle (vahiy) elde edilir. Kur’an’ı Kerim’de geçen kevni ayetler; göklerin ve yerin yaratılışı, gökten suyun indirilmesi ve onunla bitkilerin yeşermesi, güneşin, ayın, gezegenlerin hareketi, insanın yaratılışı gibi ayetler insanı, Allah Celle Celaluhu’nun ilmini ve kudretini anlamaya sevk etmekte, kuvvetli bir imanın oluşmasını sağlamaktadır. İlk inen ayette insana evvela Rab olan Allah’ın tanıtılması, sonra kendisinin tanıtılması, Rab ile kul arasındaki dengeli münasebeti bildirmesi açısından önemlidir. “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu”2 (Nefsini bilen Rabbini bilir) ifadesi de bunu anlatır. İnsan kendini tanıdıkça, bir yandan bedenindeki mükemmel işleyişe ve güzelliklere vakıf olmakta diğer yandan acziyetini, zayıflıklarını keşfetmekte ve bir yaratıcıya ihtiyaç duymaktadır. Kâinatı tefekkür ettiğinde, onunla ilgili bilgisi ve tecrübesi arttığında yaratıcıya olan hayranlığı daha da artacak, sonsuz ilim ve kudret karşısında teslim olacak, bu durum kendisinde sonsuz bir imanın oluşmasına vesile olacaktır. Tüm peygamberlerin çobanlık yapmış olması tefekkürün manevi gelişimde ve imanın kökleşmesinde ne kadar önemli olduğunun göstergesidir. Kısa süreli uzlet (yalnızlık) insanın kendi iç âlemine ve eşyanın hakikatine dair derin analizler yapmasına olanak sağlar. Bir saatlik tefekkürün bir yıllık nafile ibadetten daha hayırlı olduğunu söyleyen hadisler de3 tefekkürün önemine işaret etmektedir. Burada rastgele düşünmek, hülyalara dalmak veya şairlerin ilham alırken yaptıkları gibi bir düşünme kastedilmiyor. Tefekkür için de bir altyapı lazımdır. Sebep sonuç ilişkisi olmalıdır. Âlimlerimiz: “Tefekkür meyvesi ancak şu üç şeyle olgunlaşır. 1- Kısa emelli olmak, 2- Kur’an üzerinde düşünmek 3- İnsanlar arasına fazla karışmamak, temenniye dalmamak”4 demişlerdir.

ALLAH’I (C.C) TANIMA YOLU

Hakiki imana ulaşmada Allah Azze ve Celle’nin kâinat kitabından sonra ikinci kitabı Kur’an’ı da okuma ve ayetleri üzerinde düşünme, ondaki emir ve yasaklara göre yaşama zorunluluğu vardır. Elbette ki Allah Azze ve Celle’yi tanımanın yolu her iki kitabını (kâinat kitabı ve Kur’an) okumaktan geçer. Ancak bu rastgele bir okumayla elde edilemez. Bilakis düşünerek, anlayarak okunursa bu fayda hâsıl olur, zaten Kur’an’da da böyle buyrulmaktadır. “Bu Kur’an, ayetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.”5 Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e gelen ilk ayetlerde gece namazı ve onda ağır-ağır Kur’an okuması emredildi. Gece kalkışının bu manevi eğitimde elbette payı vardır ancak asıl tesir eden Kur’an ayetleri idi. İlk surelerde özellikle Allah’a iman (olması gerektiği gibi) ve ahirete iman esasları üzerinde daha çok durulmuştur. Kur’an okuyan kimse Allah Azze ve Celle’nin esmasını ve sıfatlarını öğrenir, böylece Allah Azze ve Celle’yi tanımış olur, tanıyınca da sevmeye başlar. Tefekkür ve Kur’an bilgisiyle Mârifetullah’a, mârifetullah’tan da muhabbetullah’a ulaşır. Artık her meselede en çok sevdiğini (yani Allah Azze ve Celle) razı etmeye çalışır. Tabi Allah Celle Celaluhu da bu kulunun sevgisini, kendisine olan bağlılığını imtihanla test eder, inanç iddiasını ispat etmesini ister. Aslında sevdiği kulunun daha da yükselmesini, mertebe katetmesini ister. İbni Kayyım şöyle der: “Allah, mü’min kulunu daha üstün, daha faydalı, daha hayırlı, daha devamlı olan şeylere iletmek için onu; şehvet ve kötülükleri sevmekle ve nefsini onlara yöneltmekle imtihan eder. Böylece mü’min, bu kötülükleri, Allah için terk edecek ve nefsiyle mücadele edecektir. İşte onun bu mücadelesi, kendisine Allah sevgisini kazandıracaktır.”

Kur’an’da nefis tezkiyesine, nefsin mertebelerine ve bazı makamlara (takva, tebettül, tevekkül, inabe, şükür gibi) işaret edilmesi bize imanın derece derece olduğunu, kimi zaman kuvvetlenip kimi zaman zayıfladığını göstermektedir. Aynı zamanda yüksek makamlar zikredilerek insana hedef tayin edilmektedir.

Hakiki iman, etkisi kalpte ve bedende hissedilen, sahibine sorumluluk yükleyen, ölçüsünü Allah’ın emir ve yasaklarından almasını sağlayan, Rabbi uğrunda her türlü mücadeleye sevk eden bir cevherdir. Bu imanın sağlamlığı kişinin Rabbi ile olan irtibatının sağlamlığına bağlıdır. Bu bağ ne kadar kuvvetli olursa hedefe giden yolda uzun mesafeler kısalır, engeller aşılır, yokuşlar düzleşir, imkânsızlıklar imkân bulur. Bu bağ zayıf olursa her zorluk ve engel aşılmaz dağlar gibi olur, ümitsizlik ve karamsarlık olur. Beraberinde savrulmalar ve dökülmeler gerçekleşir.

ÜÇ HASLET

Hadiste “Üç haslet vardır ki, bunlar kimde bulunursa o da onlarla imanın tadını (halâvetel-imân) bulur: Allah’ı ve Rasulünü onların dışındaki her şeyden daha çok seven, bir kimseyi ancak Allah için seven ve Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra ateşe atılmaktan hoşlanmadığı gibi, küfre geri dönmekten hoşlanmayan kimse”6 buyuruluyor. Bu hadisle ilgili İmam Nevevi diyor ki: “İlim adamları-Allah’ın rahmeti üzerlerine olsun- şöyle demişlerdir: İmanın tadı itaatlerden zevk almak, Aziz ve Celil Allah’ın rızası uğrunda zorluklara katlanmak, bunu dünya malına tercih etmektir. Kulun, şanı yüce Rabbini sevmesi ise O’na itaat olanları yapmak, O’na muhalefeti terk etmekle olur.”7

PEYGAMBERİMİZİN SÜNNETİNE SARILMAK

Her meselede Rabbin rızasını düşünecek, başına gelen iyi veya kötü şeylerde tavrı değişmeyecek, her şeyden çok sevdiği Rabbine olan muhabbeti daima hayatının merkezinde olacak, tüm yönelişleri, her türlü rağbeti Rabbine olacak, işte böyle bir iman, kuvvetli bir imandır diyebiliriz. Böyle bir imana ulaşmak Rasulullah’ın sîretini ve sünnetini bilmeden de gerçekleşemez. Kur’an’ın ‘usvetun hasene’ (en güzel örnek) olarak bize sunduğu Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem mücadelesiyle, ibadete ve zikre düşkünlüğüyle, yüksek maneviyatıyla, üstün şahsiyetiyle kıyamete kadar biricik örneğimizdir. İlk neslin yetişmesinde, imanlarının ve maneviyatlarının sağlamlaşmasında Kur’an’ın tesirinin yanında bir de Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in manevi atmosferinin tesiri vardı. Geçmiş ve gelecek günahları bağışlanmış olduğu halde ayakları şişinceye kadar namaz kıldığını, namazda sakalları ıslanıncaya kadar ağladığını, fedakârlığını, cömertliğini, mücadele azmini ve kararlılığını görüyorlar, bu durum onların da maneviyatına doğrudan tesir ediyordu. Sahabenin yaptığı gibi Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sünnetine sarılmak, hayatı ona benzetmek de insanda hakiki imanın oluşmasına vesiledir.

Hakiki imana ulaşmanın yolları elbette bu kadar değildir. Farzlardan sonra nafile ibadetlere devamla Allah’a yaklaşmak, kalp ile Allah Celle Celaluhu arasına giren engelleri uzaklaştırmak, kalbi her türlü dünyevi sevgilerden/arzulardan temizlemek, Allah dostları ve sadıklarla bir arada bulunmak, Allah yolunda mücadele etmek, yolun sıkıntılarına katlanmak ve sürekli dilimizi zikre/duaya alıştırmak gibi maddeleri sayabiliriz. Rabbim manevi gelişim olarak ilan ettiğimiz bu yılda maneviyatımızı geliştirmemizi, hakiki imana ulaşanlardan ve bu yolda sebat edenlerden olmamızı nasip eylesin. “Ey kalpleri hâlden hâle çeviren Allah’ım, kalbimi dinin üzere sabit kıl.”8

Kaynak


1- H. El-Benna, Tasavvuf ve Ahlâk Eğitimi, s.183.
2- Bu söz Muhyiddin İbni Arâbi’ye atfedilir.
3- Suyutî, Camiu’s-Sağir, II/127; Aclûnî, I/310.
4- İbnul Kayyım El-Cevziyye, Medaricussâlikin, s.408.
5- Sâd, 29.
6- Buhari, 16, 6542; Müslim, İman Kitabı, 15-16.
7- El-Minhac, İmam Nevevi, I. Cilt, s.520.
8- Tirmizi, Deavât, 124.



0 Yorum

Yorum Yaz