İmanın Kazandırdığı Kişilik-2

Alparslan Kuytul Hocaefendi Furkan Nesli Dergisinin 76. sayısında "İmanın Kazandırdığı Kişilik-2" başlıklı yazısını kaleme aldı.

İmanın Kazandırdığı Kişilik-2
22 Ağu 2017 15:23:32

Alparslan Kuytul Hocaefendi  "İmanın Kazandırdığı Kişilik-2" başlıklı yazısında kişilik kaybına uğramış olanların davanın sancağını taşıyamayacağına ve mücadele ile insanın şahsiyet sahibi olacağı konularına değindi.

Alparslan Kuytul Hocaefendi'nin Furkan Nesli Dergisinde yayımlanan "İmanın Kazandırdığı Kişilik" başlıklı yazısı:

Hamd; gönderdiği iman, ibadet, ahlâk ve cihad esaslarıyla insanlara şahsiyet kazandıran Allah’a, Salat ve selam; örnek ahlâkı ve güçlü şahsiyetiyle ashabına kişilik kazandıran Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e, Selam ise; şahsiyet sahibi olan ve şahsiyetli mücadeleyi savunan tüm kardeşlerime olsun. Geçen sayıda başladığımız Müslümanın kişiliği konusuna devam edelim.

Allah Azze ve Celle İsrailoğulları’nı Firavun’dan kurtardıktan sonra çölün ortasında onlara kudret helvası ve bıldırcın ikram ettiği halde buna razı olmuyorlar, sabretmiyorlar ve Hz. Musa’dan her şeyi istiyorlardı.
ي“يَا مُوسَى لَن نَّصْبِرَ عَلَىَ طَعَامٍ وَاحِدٍ فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنبِتُ الأَرْضُ مِن بَقْلِهَا وَقِثَّآئِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَا” 1 
“Ey Musa biz tek çeşit yemeğe (kudret helvası ve bıldırcına) dayanamayız. Rabbine yalvar, Allah bize yerin bitirdiklerinden bakla, acur, sarımsak, mercimek ve soğan versin” dediler. Musa Aleyhisselam; “اهْبِطُواْ مِصْراً” “O zaman, şu şehre girin.”2 “فَإِنَّ لَكُم مَّا سَأَلْتُمْ” “Muhakkak istedikleriniz sizindir” dediği halde göze alamadılar. Onlara; “Ey kavmim! Allah’ın size yazdığı şu mukaddes toprağa girin” dediği halde, Hz. Musa’ya: “Orada güçlü bir millet var dediler” “فَاذْهَبْ أَنتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلا إِنَّا هَاهُنَا قَاعِدُونَ” “Sen ve Rabbin gidin beraber savaşın. Biz burada oturuyoruz”3 dediler. Çok şey istiyorlardı ama bedelini ödemek istemiyorlardı. Sorumluluk taşımamaya ve esarete alışmış, şahsiyeti gelişmemiş kimselerin hali budur. Firavun’a itaat edenler Hz. Musa’ya karşı geldiler. Kılıca itaat edenler hakka karşı geliyorlardı. Daha evvel, Firavun’la böyle konuşamayanlar, peygamber olduğu halde Hz. Musa ile böyle konuşuyorlardı. Firavun’a itaat etmeleri de Musa Aleyhisselam’a karşı gelmeleri de şahsiyet kaybının deliliydi. Şahsiyetli insanlar ise zalimlere karşı gelir, hakka itaat ederler. Bunlar tersini yapıyorlardı.

Allah Azze ve Celle, asırlarca firavunların baskısı altında kişilik kaybına uğramış, esir psikolojisinden kurtulamayan bu insanları Tih çölünde 40 yıl ne yapacaklarını bilemez bir vaziyette dönüp durmakla cezalandırdı. 40 sene bir devlet sahibi olamadılar. Neden 40 sene? Çünkü 40 sene bir nesil demektir. Allah Azze ve Celle, o neslin değişmesi ve yeni bir neslin meydana gelmesi için onları 40 yıl çölde yaşattı. Çünkü o nesil korkaklığını, şahsiyet kaybına uğradığını, esir psikolojisine sahip olduklarını göstermişti. Allah Azze ve Celle onları götürüp onların çocuklarına bu sancağı teslim etmek istedi. Çocukları zor ama özgür hayat şartları içerisinde çölde 40 sene yaşamakla zorluklara alıştı ve cesur çöl insanlarına dönüştü. Bunun sonucunda sancak o nesle teslim edildi. Kişilik kaybına uğrayan nesli götürüp sonraki nesli zorluklara hazırlayarak sancağı onlara teslim etmek Allah’ın sünnetlerindendir.

Kişilik Kaybına Uğramış Olanlar Davanın Sancağını Taşıyamazlar

Bir davanın sancağını taşıyacak olan dava adamları elbette ki şahsiyetli olmak zorundadırlar. Allah şahsiyetsizleşmiş toplumlara sancağını teslim etmez. Bugün karşımızdaki en ciddi sorunlardan birisi budur. Efendimizin döneminden çok daha kötü bir durumla karşı karşıyayız. Mekke’nin insanı putperestti ama bugünkü insanların birçoğundan daha şahsiyetli ve daha cesurdu. Maalesef bugünün insanında davası uğrunda hiçbir şeyi göze alamama zayıflığı var. Menfaatini düşünerek yanlışlara sessiz kalma, yalancılık, şahsiyetsizlik, ihanet çoğaldı. Mekke’nin putperesti bile bundan daha iyiydi. Onlardan birçoğu anlamadığı için Peygamberimizle mücadele ediyorlardı ama anladıkları gün Ömer olup Efendimizle birlikte mücadeleye katılıyorlardı.

Öyle bir duruma geldik ki, batı medeniyetinin tesiri altında şahsiyet erozyonuna uğradık. Bugün dava adamının az yetişmesinde bu önemli bir sebeptir. Kişiliği gelişmemiş, mert ve yiğit olmayan insanlar nasıl dava adamı olacaklar? Kur’an ilk günden itibaren dava adamı olacak insan yetiştirmek istedi. Daha ilk ayetlerde Allah Azze ve Celle’nin; “Onlara itaat etme”4 demesi aslında sağlam bir insan yetiştirmek istediği içindir. Çünkü kâfirlere itaat edenler şahsiyetlerini kaybeder, onlara benzerler. Sonra Kur’an-ı Kerim; “فَاصْدَعْ بِمَا تُؤْمَرُ” “Emrolunduğunu gürleyerek (haykırarak) söyle”5 buyurdu. Bu ayetler Allah Azze ve Celle’nin, sadece namaz kılan ve ahlâklı bir insan değil; aynı zamanda şahsiyetli, yiğit, mücadeleci ve hakkı haykıran bir insan yetiştirmek istediğinin delilidir.

Ayette “وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ” “Sen yüce bir şahsiyete sahipsin”6 dedikten sonra, Allah; “فَلَا تُطِعِ الْمُكَذِّبِينَ” “İnkâr edenlere itaat etme”7 diyor. Çünkü doğru istikamette gidenler yanlış istikamette gidenlere itaat etmemelidir. Bu, şahsiyetli bir insanın meydana gelmesi içindir. Kâfirlere itaat edecek olurlarsa hem kendileri bozulacak hem de küfür galip gelmiş olacaktır. Sahabe bu ayetlerle eğitildi ve bu eğitimin sonucunda şahsiyetli Müslümanlar yetişti.

Beşeri ideolojiler, insanları menfaatlerin önünde eğilmeye alıştırdılar. Bu yüzden dava adamı azdır ve az yetişmektedir. İnsanlar davayı anladıkları halde katılmamaktadırlar. Anladıkları halde riske girmiyorlar ve bir şeylerini feda edip rahatlarını bozmak istemiyorlar. Bu, kişilik kaybıdır. Kişilikli adam anladığı zaman, “Bundan sonra ben de varım” der. Rahmetli Necip Fazıl’ın deyişiyle; “Kim var!” diye seslenilince, sağına ve soluna bakınmadan, fert fert “ben varım!” cevabını verici, her ferdi “benim olmadığım yerde kimse yoktur!” duygusuna sahip bir dava ahlâkını pırıldatıcı bir gençlik…” Yani ‘ben elimi kaldırmazsam kimse elini kaldırmaz’ diyen cesur ve sorumluluk sahibi bir gençlik… Davayı anlayıp inandıktan sonra ‘tamam’ diyen ve katılan bir gençlik… Sonunu değil vazifesini düşünen, kendini değil ümmeti düşünen bir gençlik… Yani şahsiyetli bir gençlik…

Bu din, yeryüzünde çağları ve memleketleri değiştirmeye gelmiştir. Bu yüzden Kur’an-ı Kerim, kişilikli insanı meydana getirmek için nefsi terbiyeyi emreder: “قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّاهَا” ,“Nefsini arındıran kurtuldu”8 buyurur. Efendimiz ise; “Yeryüzünde Allah’tan başka tapılan mabudların içerisinde nefisten daha büyüğü yoktur” buyurmaktadır. Yani insanlar başka bir şeye tapıyor gibi görünürler ama esasında nefislerine taparlar. Nefislerine tapanlar şahsiyetlerini yitirerek basit şeylerin önünde eğilirler. Allah, nefsini terbiye etmeyenlere bu sancağı teslim etmez. Nefsini değiştirmeyen, kişilik kazanmayan kimselerin çağları değiştirebilmesi mümkün değildir. Nefsini değiştiremeyenler âlemleri mi değiştirecek? Nefsi arzularına gem vurmayanlar, kendi iç âleminde inkılabı başaramayanlar, dış âlemde inkılabı başaramazlar.

Kur’an’ın emirleri insanı mücadeleci ve cesur yapar. Zübeyr Bin Avvam, Mekke’de Efendimizin öldürüldüğü şeklinde yanlış bir haber alınca kılıcını çekip sokağa çıktı. Yolda efendimizle karşılaştı. Efendimiz ona, “Elinde kılıçla nereye gidiyorsun?” diye sorunca, “Ya Rasulallah! Senin öldürüldüğünü duydum” dedi. Efendimizin; “Öldürülseydim, bu kılıçla ne yapacaktın?” sorusu üzerine, “Vallahi önüme geleni öldürecektim” dedi. Kişilik sahibi olanlar böyleydi ve Efendimiz ona bir şey demedi. Çünkü Müslüman yeri geldiği zaman cesaretini göstermelidir. Elbette Allah Rasulü Mekke’de kılıç çekmedi, insan öldürmedi, tebliğ yaptı. Ancak sahabesine cesareti ve dik durmayı da öğretti.

Necaşi geldiğinde, oradakilerden kimi rükû kimi secde ederken Müslümanlar eğilmiyorlardı. “Neden eğilmediniz” denildiğinde, “Biz sadece Allah’ın önünde eğiliriz. Peygamberimizden bunu öğrendik” dediler. İman onlara şahsiyet kazandırmıştı. İslam, insanları birdenbire bu kadar değiştiriyordu. Neredeydiler, İslam onları alıp nereye yükseltti, kralın önünde eğilmeyen insanlara dönüştürdü. Oysaki onlar daha evvel herkesin önünde eğiliyorlardı. Hâlbuki o gün kralın yardımına muhtaçtılar. Kral, “kovun bunları ya da öldürün” deseydi iş bitecekti. Öyle bir tehlike olmasına rağmen Sahabe-i Kiram, kralın önünde eğilmiyordu. Çünkü Hz. Peygamber’den şahsiyetli olmayı öğrenmişlerdi. Eğer insanların önünde eğileceklerse zaten bunu kendi memleketlerinde de yaparlardı. O zaman hicret etmelerine de gerek kalmazdı.

Mücadele, İnsanı Şahsiyet Sahibi Yapar

Kur’an-ı Kerim’in; “İyilikleri emreder, kötülüklere de engel olursunuz”9 diye buyurması Müslümanlara mücadeleyi emretmesidir. Herkes bulunduğu memlekette haramlarla mücadele etmelidir. Mücadele eden sağlamlaşır. Her şeye sessiz kalan da şahsiyetini kaybeder. Ne kadar mücadele edilirse kişilik o kadar gelişir.

Efendimiz buyuruyor; “Bir haram gördüğünüz zaman gücünüz yetiyorsa elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle müdahale edin, ona da gücünüz yetmezse kalbinizden buğz edin. Ama bilesiniz ki bu imanın en zayıfıdır. Bunun da ötesinde zerre kadar iman yoktur.”10 Haramı gördüğünde seslenmediği gibi kalbinden de buğz etmeyip normal gören kişilerde Efendimizin ifadesiyle, zerre kadar iman kalmamış demektir. Efendimiz, bize mücadeleyi emrediyor. Bu şekilde hem haramlar azalacak hem de mücadele insanın şahsiyetini geliştirecek ve cesur bir insan meydana getirecektir.

Toplumu bir gemiye benzeten Efendimiz buyuruyor ki; “İnsanlar gemiye bindiler. Gemideki yerlerini kura ile paylaştılar; bir kısmı alt kata, bir kısmı da üst kata yerleşti. Su üst kattaydı, alttakilere su lazım olduğunda her seferinde yukarıya çıkmak zorunda kaldılar ve sonra usanıp ; “Kendimize ait olan yerden yani geminin tabanından bir delik delersek bize oradan bol bol su gelir ve ihtiyacımızı karşılarız” dediler. Efendimiz buyuruyor ki; “Eğer üsttekiler alttakilere engel olmayıp geminin delinmesine müsaade ederlerse hepsi beraber batarlar. Ama eğer engel olurlarsa hepsi beraber kurtulurlar.”11 Efendimiz bu misalle bize toplum gemisini delenlerle mücadeleyi emretmektedir. Çünkü aynı gemideyiz. Bu mücadele ile hem toplum gemisi batmaktan kurtulacak hem de şahsiyet sahibi insanlar yetişecektir.

Yutakan adındaki bir yerde Sisal denilen bir bitki yetişiyordu. Sisal bitkisi, büyük yaprakları olan ve içindeki elyaf sayesinde kıymetli olan bir bitkidir. Amerikalılar bu bitkinin tohumlarını aldılar ve uzmanlar tohumları ekti. Bitki çıktı ve gayet güzel büyüdü. O sevinçle, “Tamam bu işi aldık. Artık bu bitki bizim buralarda yetişecek” dediler. Fabrikaya götürdüler fakat aradıkları elyafı bulamadılar. Sonra anladılar ki, bu bitkinin elyafı güzel topraklarda, rahat yerlerde oluşmamaktadır. Bu bitkinin kendi vatanında, taşlıklı, rüzgârlı yerlerde, kötü topraklarda, mücadele ederek büyümesi gerekmektedir. İçindeki elyaf, mücadele esnasında oluşmakta, rahat bir şekilde büyüdüğünde oluşmamaktadır. Bitkide elyaf, insanda şahsiyet… Zorluklar içinde yetişmeyen Sisal bitkisinde o elyaf oluşmadığı gibi zorluklarla boğuşmayan, rahat yaşayan, tehlikelerle karşılaşmayan insanın da şahsiyeti güçlenmemektedir. 
Kur’an’ın ifadesiyle “وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوفْ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ الأَمَوَالِ وَالأنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ” “Yemin olsun ki, sizi muhakkak açlıkla, korkuyla, mallardan, canlardan, ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele.”12 Çünkü siz yeryüzüne yükselmek için gönderildiniz. Malınıza, canınıza zarar gelecek, korkulu günler geçireceksiniz, tehditler alacaksınız. Böylece yükseleceksiniz ve şahsiyetiniz gelişecek. Avrupalılar, Amerikalılar rahat yaşıyorlar ve zorluklara tahammülleri gelişmiyor. Bunun için en ufak bir olay karşısında dayanamayıp intihar ediyorlar. Rahat bir hayat şahsiyetin gelişmesinin önünde büyük bir engeldir ve gitgide insanın şahsiyetini öldürür. Zorluklarla dolu bir hayat ise insanın şahsiyetini geliştirir.

Bir ipek böceği kozayı örer, kendisi içinde kalır. Sonra kelebek olur. Allah, bir böcekten uçan bir varlık olan kelebeği yaratır. Kelebekler kozayı delerler ve uçarlar. Bir kelebek kozasını delerek yarısı çıkmış ama diğer yarısı içinde kaldığı için çıkamamıştı. İyiliksever bir adam kozayı makasla kesip kelebeği çıkarmış. Hayvan rahat bir şekilde çıkmış ama uçamamış. Sonra anlaşılmış ki, bu kelebeğin kozasından zorlanarak çıkması lazım. Zorlanarak çıkmadığında vücudundaki sıvı kanatlarına gitmemektedir. Zorlanmadan çıktığı için o sıvı vücudunda kalmış ve dolayısıyla kanatlar çalışmayınca uçamayıp ölmüş. Adam iyilik yapmak isterken meğer kötülük yapmış. En zarif, en zayıf, dokunmaya kıyamayacağınız hayvan hangisidir? diye sorulsa, insanların çoğu “Kelebek” der. Allah, o kadar zarif ve nazik olan kelebeğin bile bu şekilde zorlanarak dünyaya gelmesini takdir etti. İnsan ise Allah’ın halifesi olacak olan bir varlıkken nasıl olur da kolay bir hayat isteyebilir? Nasıl olur da zorluklardan kaçabilir?

Allah Azze ve Celle kullarını yükseltmek istiyor. Kullarının meleklerden üstün hale gelmesini istiyor. Allah’ı temsil edecek insanın şahsiyetinin gelişmesi için; zorluklarla karşılaşması, kâfirler ve fasıklarla mücadele etmesi, korkulu günler geçirmesi lazım. O yolda aç-susuz, uykusuz kalıp zorluklara alışması lazım. Büyük insanlar daima büyük mücadeleler esnasında, zorluklardan sonra ortaya çıkarlar. Rahat zamanlarda büyük insanlar yetişmez. Sahabenin sahabe olması, o örnek hareketleri ortaya koyabilmeleri zorlukların sayesinde, kâfirlerle mücadele etmelerinin sayesinde gerçekleşmedi mi? 
Tevhid inancı, insanı kula kulluktan kurtararak ona şahsiyet kazandırır. İbadetler ile insanın şahsiyeti güçlenir. İbadetler vitamindir, insanın şahsiyetini destekler, güçlendirir. Her biri insanın bir yönünü tamamlar. Namaz, insanı bir yönden kâmilleştirir. Oruç, insanı başka bir yönden geliştirir, iradesini güçlendirir. Ahlak esasları ile insan şahsiyet kazanır. Hayatla ilgili bütün meselelerde konulmuş olan hükümler şahsiyetli bir insan meydana getirir. İslam, yalanı ve ihaneti yasaklar, adaleti ve dürüstlüğü emreder. Gerek Allah’a gerekse ahirete iman, şahsiyetli insanı gerçekleştirir. İnsan daima Allah’ın gözetimi altında olduğuna, sağındaki solundaki meleklerin her şeyi yazdığına inanmaz ve ahirete iman etmezse nasıl olur da ahlaklı ve şahsiyetli bir davranış gösterebilir? İman zayıflayınca şahsiyet de zayıflar. Güçlü iman güçlü şahsiyeti doğurur.

İbadetler şahsiyeti geliştirir. Haramlar şahsiyeti bozar. Onların haram kılınması şahsiyeti muhafaza etmek içindir. Allah Azze ve Celle hem şahsiyet kazandırır, hem de o şahsiyetin korunmasını sağlar. Böylece Peygamberi eğitim metodu ve modeli ile Allah’ın istediği insan ortaya çıkmış olur.

Şahsiyetin İlmek İlmek Dokunması Uzun Süreli Eğitimle Olabilir

İslam bunu kademe kademe eğiterek başardı. Kur’an 23 senede kademe kademe indirildi. Çünkü insanın şahsiyetinin ilmek ilmek dokunması sabahtan akşama olabilecek bir şey değildir. Şahsiyetin oluşması yıllar içerisinde ve eğitimle olabilir. Yaratan, elbette ki insanı ve onu eğitmeyi en iyi bilendir.

Peygamberler önce tarlayı temizler sonra tohum atar, daha sonra da tohuma suyu verirler. Önce kalpleri temizleyip nefsi arzulardan arındırır. Ondan sonra arınmış olan o kalplere ayet ve hadis tohumlarını atar ve onları ibadetlerle sularlar. İşte, istediğimiz insan bu şekilde meydana gelebilir.

Bugün de şahsiyetli insanlara ihtiyacımız var. Şahsiyet zafiyetinden dolayı davayı anlamış olan insanlar bile davaları uğrunda mücadele etmelerinin gerektiğini bildikleri halde Allah için mücadele edemiyorlar. “Allah mı daha iyi bilir, insanlar mı? Hükmetmek Allah’ın hakkı mıdır insanların hakkı mıdır? Kimin dediği olmalıdır?” diye sorulduğunda, “Allah” diyorlar. “O halde gelin memleketimizde Allah’ın dediği olsun, gelin Allah için beraber mücadele edelim” dediğinizde gelmiyorlar, mücadeleye katılmıyorlar. Anlasalar da katılmıyorlar, hiçbir riski göze almıyorlar. Ondan sonra da; “Peygamberi, sahabeyi, falan âlimi, şehidi seviyor musun?” diye sorulunca “evet” diyorlar. Onların neyini seviyorsunuz? Mücadelelerini, takvalarını, şahsiyetlerini… O halde “gelin onlar gibi mücadele edelim” deseniz gelip katılmazlar. Çünkü şahsiyet kaybı var. Gözler korkutulmuş, bir çok insan maddenin önünde eğilen, aciz, korkak, şahsiyetsiz varlıklara dönüşmüş durumda… Allah’a itaat etmiyor, insanlara itaat ediyorlar ve gerçekleri konuşmuyorlar. Neden cemaatlerin ve hocaların birçoğu konuşmuyorlar? “Müslümanların topraklarında içki fabrikası, zina evleri, kumarhane, faizli banka olmamalı” demiyorlar. Çünkü doğruları konuşacak şahsiyet kalmamış, cesaret bitmiş. Şahsiyet kaybedilince cesaret de kaybedilmiş. Konuya devam etme dileğiyle. Allah’a emanet olun.



0 Yorum

Yorum Yaz