Peygamberin Emaneti; İslam Medeniyeti

Eğitimci-Yazar Esma Ardıç Hocahanım Furkan Nesli Dergisinin 72. sayısında "Peygamberin Emaneti; İslam Medeniyeti" başlıklı yazısını kaleme aldı.

Peygamberin Emaneti; İslam Medeniyeti
10 Mayıs 2017 10:23:03

 Esma Ardıç Hocahanım  "Peygamberin Emaneti; İslam Medeniyeti" başlıklı yazısı şu şekilde;

Peygamberimizin küçük sünnetlerinden dahi uzun uzun bahsedip de ümmetine bıraktığı en kıymetli emanetinden hiç bahsetmemek Peygamberimizi hiç anlamamakla eşittir. O’nun o mübarek ve nezih hayatının ana gayesi İslam Medeniyetini kurmak idi. O halde O’nu konuştuğumuz her yer ve zamanda, O’nu andığımız her konuşma ve yazıda mutlaka bu yüce eserine değinilmelidir. Aradığımız tüm çözümlerin O’nun emanetinde mevcut olduğu unutulmamalıdır.

Varlığı ve gönderilişi bütün insanlık için rahmet olan Hz. Peygamberin en yüce mirası ve ümmetine emaneti şüphesiz ki kurduğu medeniyettir. Cahiliye karanlığı içinde yolunu kaybetmiş başıboş insanlığa yol gösterecek, çocukların, kadınların ve tüm mazlumların umudunu yeşertecek, onları düştükleri cehennemden kurtaracak ve aslında topyekûn bir dünyayı değiştirecek, bütün yönleriyle muazzam ve muhteşem bir medeniyet… Dünün ve bugünün insanlığına sunulacak bundan daha güzel bir armağan olamaz elbette.

Başlangıçtan itibaren Allah Rasulü, bu medeniyeti kurmanın çabası ve gayreti içerisindeydi ve bunun mücadelesini verdi. İnsanlığın Allah’ın indirdiği kurallar ve usullere göre kurulacak bir medeniyetin gölgesi kadar hiçbir şeye ihtiyacının olmadığının farkındaydı. Ona gelen vahiy; basit bilgiler, dar görüşlü öğretiler değil kıyamete kadar insanlığı en yüce ve en iyi yaşama götürecek medeniyetin temelleriydi. Zaten medeniyet; ‘Bir topluluğun hayat tarzı, bilgi seviyesi, sanat gücü, maddi-manevi varlığı ile en ileri seviyeye ulaşmasıdır’. İnsanlığın Allah’tan gönderilen vahiy olmaksızın doğruya ve en iyiye ulaşması ise mümkün değildir. Dolayısıyla en iyi, en doğru ve en güzel; yalnız Allah’ın ve Rasulü’nün bildirdikleri ve anlattıklarıyla oluşturulabilir. Diğer taraftan bir medeniyetin iyi ve doğru olup olmadığını anlamanın en doğru yolu medeniyetin kurucularına bakmaktır. İslam dışındaki diğer medeniyetlerin kurucuları insanlardır.

Medeniyetlerinin temellerini de kendi ulaştıkları-ulaşabildikleri bilgi ve düşüncelerle oluştururlar. Üstelik bunu yaparken de dünya ve toplumlar üzerindeki sınıfsal farkları, menfaat ilişkilerini ve kendilerince güç dengelerini hesaba katarlar. Medeniyetlerinin temellerini “akıl ve bilim” üzerinde inşa ettiklerini söyleseler de ne akıl hür bırakılmış bir akıldır ne de bilim özgürdür. Nefsin ve dünya kriterlerinde önemli bir yer tutan menfaatlerin kölesi olmuş bir akıl ve bilim insanlığa nasıl yol gösterebilir ve ne kadar medeniyet kurabilirse onlar o kadar bir medeniyet kurabilmişlerdir.

Hâlbuki akıl her konuda yol gösteremez, doğruya ulaşamaz, medeniyet her konuda en iyiye ermekse bu sadece akıl ve bilimle hiç mümkün değildir. Çünkü aklın ne her konuda doğruya ulaştırma görevi ve ne de ulaştığı doğruları uygulatacak bir gücü vardır. Medeniyet kurmada bilim de esas alınamaz. İnsan bilimden ne insanlığı ne de doğruyu öğrenemez. Çünkü bilim insanın ruhuyla ilgilenmez. Sadece maddi kanunlar çerçevesinde insanın yaşamının kolaylaşmasını sağlar. Zaten beşeri medeniyetlerin en temel hatası insanın ruhi yapısını dikkate almadan ona kanun-kurallar koymaları ve hayat tarzı belirlemeleridir.

İşte bu noktada İslam Medeniyeti’nin diğer medeniyet çeşidine üstünlüğü ortaya çıkar. Medeniyet çeşidi diyoruz çünkü aslında insanlık tarihinin başlangıcından bugüne iki medeniyet çeşidi görülmüştür; Kadim Medeniyet’ler (adı Hint olsun, Yunan olsun) ve çağdaş medeniyet olan Batı Medeniyeti uygulamalardaki farklılıklara rağmen temel noktalarda birleşir. Sonuçta Kadim Medeniyetler de insanlar tarafından kendi akıllarınca Allah hesaba katılmaksızın şirk üzerine kurulmuştur, bugünkü Batı Medeniyeti de… Dünkü Kadim Medeniyetlerde toplumda oluşan buhran, zulüm, ahlaksızlık bugünkü Batı Medeniyetinin de ulaştığı sonuçtur. Sebep ve sonuç aynı olduğuna göre arada bir fark kalmamaktadır. Sonuçta dünkü medeniyetler de bugünkü çağdaş versiyonları da insanlığın huzur ve saadetini temin edememiş, yeryüzünde barışı ve esenliği sağlayamamış, dünyayı insan için güvenle yaşayacağı bir ortam haline getirememiştir. Aksine zulmü yaymış, nefreti körüklemiş, ahlaksızlığı en genel ahlak saymış ve meşrulaştırmış, yeryüzünü büyük bir savaş gezegeni haline getirmiş, iyiliği öldürmüş, kötülüğü egemen kılmıştır.

Bu medeniyetlerde insan, insan değil ya vahşi bir canavar ya ahlaksız bir hayvan ya da hayatını anlamlandıran her şeyden uzak yaşayan, sadece yiyen, içen ve çalışan bir robot haline gelmiştir. Bugün çağdaş uygarlık seviyesine gelmekle övünen insanlık hakikatte tarihin karanlıklarına gömülmüştür. Medeniyet tanımını “çağdaşlık” olarak yorumlayanlar mensubu oldukları “çağdaş medeniyetin” temellerinin ve birçok kısmının milattan önceye dayandığının farkındalar mı acaba? Ki bugün Batıda halen Yunan Medeniyetini oluşturan temel felsefeler beğenilmekte ve kabul görmektedir.

Çağdaş Medeniyet

Bugün ‘çağdaş medeniyete’ hayranlık duyanlar ve peşinden gidenler kendi mahallelerinden başlayarak çevrelerine şöyle bir baksınlar. İyiliğe, güzelliğe dair bir şey görebilecekler mi? Ve bir daha baksınlar kötülük, ahlaksızlık ve çirkinliğe dair ne kadar çok şey göreceklerdir. Ve şöyle bir dünyaya baksınlar savaşın, zulmün ve haksızlığın olmadığı yeryüzünden bir parça görebilecekler mi? Batı Medeniyetine bakan ondaki en temel problemin insana değer vermemek, insanı hiçe saymak olduğunu görür. Zira insana hak ettiği değeri verme anlayışını oluşturan vahiyden yoksundur. İnsana değer vermeyenlerin ise insanı yücelten bir medeniyet inşa etmesi mümkün değildir. Bunun sonucunda insanlığı bekleyen esaret, zulüm, savaş, haksızlık ve bütün kötülükler olmuştur. İnsanlık ölmüş, bu katil medeniyet tarafından öldürülmüştür.

Bütün bunlardan sonra Batı Medeniyetine en doğru düşünce, fikir ve hayat tarzı manasında “medeniyet” dememiz mümkün değildir. Bu medeniyete medeniyet dememiz aslında mecazendir. Çünkü batılı hayat tarzı ve düşüncesi medeniyetten zerre nasibini almamıştır. Batı Medeniyeti insanlığa verdiği büyük zararlar ve ağır tahribat sebebiyle olsa olsa medeniyet müsveddesi olabilir. Ama asla bir medeniyet olarak kabul edilemez. Bu sebeple aslında yeryüzü tek medeniyet görmüştür; O da İslam Medeniyetidir.

Bu medeniyetin kurucuları insanın yaratıcısı ve sahibi olan Allah Azze ve Celle ve Allah’ın vahyine muhatap, insanlığı en güzel şekilde yaşayan, olgunlukta ve iyilikte zirve, ahlakta öncü peygamberlerdir. Batı insanlık tarihine göre, insanlığın gelişimi çok geç zamanlarda gerçekleşmiş ve hatta insanlar başta hayvanlar gibi yaşamış olsa da İslam’da, medeniyet Hz. Âdem ile başlamıştır ki Hz. Âdem Allah’ın öğretiminden geçmiş, bilgili bir insan ve bir peygamberdir.İslam medeniyetini peygamberler inşa etmişlerdir. Hz. Âdem’den itibaren medeniyet inşası başlamış, son tuğlasını da Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem koymuştur; “Ben ve benden önceki nebiler tıpkı bir bina inşa edip de bir cephede bir kerpiç konacak yeri hariç, o binayı tamamlayan ve tezyin eden bir şahıs gibiyiz. İnsanlar o mescidin etrafında dolaşıyor ve güzelliğine hayran kalarak, keşke şu boşluk da tamamlansaydı, deyip duruyorlardı. İşte ben, Peygamberlerin sonuncusu olarak o bir kerpici yerine koyup İslam inşasını tamamlayan kişiyim”1

İslam Medeniyeti inşasını tamamlayan Allah Rasulü bu medeniyetle yeryüzüne en başta emniyeti getirdi. Çünkü emniyet insanlığın en acil ve en önemli ihtiyacıydı. Bu sebeple ashabı Mekke’de korku içinde ve zulüm altında iken “yardım ne zaman?” diye sabırsızlandığında “Sabredin! Öyle günler gelecek ki bir kadının San’a’dan Hadramevt’e kadar tek başına ve Allah’tan başka kimseden korkmadan gideceği günler yakındır” diyordu. Allah Rasulü kuracağı medeniyetle korku içindeki tüm insanlığa aklın, dinin, neslin, canın ve malın emniyette olacağı bir dünyayı garantiliyordu. Onun vaad ettiği dünya, insanın korkmadan insanca yaşayabileceği bir dünyaydı.

Daha sonra kurulan İslam Medeniyeti’nin halifeleri de kendilerini toplumun emniyetinden sorumlu görmüştür. Kanuni döneminde hırsızlar tarafından evi soyulan yaşlı kadın mahkemeye gidip padişahtan şikâyette bulunabiliyor ve “Be kadın neden bu kadar derin uyudun da evinin soyulduğunu bilmedin?” diyen padişaha “Padişahım biz seni uyanık bilirdik, o yüzden uyuduk” diye cevap verebiliyordu. Ve yine asırlarca ayakta kalmayı başaran İslam Medeniyeti’nde Cuma namazına esnaf (kuyumcular da dâhil) kapıya kilit vurmadan gidebiliyordu.

Aynı zamanda Allah Rasulü bu medeniyetin bir esası olarak insanlığı özgürlüğe çağırmıştır. Yalnız Allah’a kulluk ile şeytanın ve nefsinin esaretinden kurtulan insan Allah’tan başkasına kulluk etmediği için zalimlere ve tağutlara da boyun eğmez. Fakat insanlar bu dini seçmek zorunda değildirler. İstedikleri dini seçip istedikleri ibadeti yapabilirler. Bunun için gereken mabetlerini istedikleri gibi inşa edebilirler. Hatta Allah Rasulü Medine’de kendisini ziyarete gelen Necranlı Hristiyanlardan oluşan heyetin Müslümanların camisinde kendi ibadetlerini yapmalarına izin vermiştir. Ve bu medeniyetin süregelen diğer ucunda ise Fatih Sultan Muhammed, Emevi Devleti’nin yıkılmasından sonra devleti ele geçiren Katolikler tarafından toplu halde yok edileceklerini bilen ve gidecek hiçbir yeri olmayan Yahudileri kendi ülkesine davet etmiştir. İslam herkesin inancını özgürce yaşayacağı bir medeniyettir.

İnsanlığı gerçek bir emniyet ile her türlü bela, fitne ve kötülükten koruyan, Allah’a kullukla gerçek özgürlüğe kavuşturmakla birlikte inancında da serbest bırakan İslam, aynı zamanda yeryüzünde görülmemiş, hakları adeta milim milim ölçen bir adalet anlayışıyla, bütün sınıfsal farkları ortadan kaldıran kardeşlik düsturuyla, insanı yücelten ahlaki prensipleriyle, bütün dünyayı zulüm ve savaştan kurtaran barış ve esenlik esasıyla insana layık olduğu medeniyeti getirmiştir.

Allah Rasulü cahiliyye medeniyetinin tam ortasında başlattığı mücadele sonunda hicret ettiği şehirde İslam Medeniyeti’ni kurmuştur. Ve önceki adı ayıplayan, kınayan manasında ‘Yesrib’ olan şehrin adını ‘medeniyetin beşiği olan şehir’ manasında ‘Medine’ olarak değiştirmiştir. Allah Rasulü bu addan sonra Medine’ye Yesrib denmesini de istememiştir. Çünkü orası büyük güçlüklerin ardından medeniyetin merkezidir, medeniyet oradan tüm insanlığı kuşatmıştır. İslam Medeniyeti güneşi oradan karanlığı yararak doğmuştur.

Bugün Allah Rasulü’nü sevenler, Medine hasretiyle yanıp tutuşanlar Allah Rasulü’nün kurmak için canını ortaya koyduğu medeniyeti anlamadıkça ve cahiliyeden beter bir karanlığın hüküm sürdüğü şu zamanda O’nun gibi medeniyet kurma yolunda canını vermeyi göze almadıkça O’na layık ümmet olma şerefine eremeyeceklerdir. Bu kimseler ayağının tozu olmayı istedikleri Rasulün bugün gerekirse medeniyetinin yolunun tozu olmayı göze almalıdırlar. Ümmet bu şuura ermedikçe asla bulunduğu zillet ve eziyetten ve de ezilen mazlumların, öldürülen bebeklerin, bataklıkta çırpınan ve kurtarıcı el bekleyen insanlığın vebalini yüklenmekten kurtulamayacaktır. Bütün insanlığın kurtuluşu İslam Medeniyeti’nin kurulmasına bağlıdır.

Kaynak


1- Buhari

 

Yazının kaynağına ulaşmak için tıklayınız.



0 Yorum

Yorum Yaz