Rumeysa Sarısaçlı Yazdı | 'Aynı Gemideyiz!' Farkındayız...

Rumeysa Sarısaçlı Hocahanım, siyaset kavramını ve bugünkü siyasi erklerin yaptıklarının siyaset olup olmadığını değerlendirdiği "'Aynı Gemideyiz!' Farkındayız..." başlıklı son yazısında gündeme dair önemli yorumlarda bulundu.

Rumeysa Sarısaçlı Yazdı | 'Aynı Gemideyiz!' Farkındayız...
21 Mayıs 2019 13:42:12

Yazısında "Siyaset, verilen görevi emanet bilerek, kırıp dökmeden, bozmadan, zarar vermeden taşımak; itinayla, akıllıca hareket etmek demektir" diyen Hocahanım, "Bu tanım üzerinden gidersek bugün topluma ve ülkeye envai çeşit zarar verenlerin siyasetle hareket etmedikleri anlaşılacaktır. " ifadelerini kullandı.

Son günlerde sıkça duyduğumuz "100 yıldır aynı gemideyiz" sözlerine de değinen Hocahanım'ın yazısının tamamı şu şekilde;

'Aynı Gemideyiz!' Farkındayız...

İbn Arabi Endülüs’te bir limanda, gemiye yük taşıyan hamalları görür. Hamal başı çuvalları taşıyanlara hitaben ‘Ahmet çuvalı siyasetle ver; Mehmet çuvalı siyasetle tut; Hasan çuvalı siyasetle indir’ diye seslenir. İbn Arabi merak eder ve hamal başına sorar: ‘çuvalı siyasetle tutmak ne demek? Hamal başı cevap verir: ‘çuvalı deldirmemek demek’.

Bir çuval un ziyan olmasın diye siyasetle taşınır da insan, toplum, ülke ziyan olmasın diye siyasetle hareket edilmez mi? Edilmeli; edilmek zorunda!

O halde siyasetin tanımını yeniden yapalım ve ona göre bugünkü siyasilerin, siyasal otorite denilen erkin yaptıklarının siyaset olup olmadığını değerlendirelim.

Siyaset, verilen görevi emanet bilerek, kırıp dökmeden, bozmadan, zarar vermeden taşımak; itinayla, akıllıca hareket etmek demektir. Bu tanım üzerinden gidersek bugün topluma ve ülkeye envai çeşit zarar verenlerin siyasetle hareket etmedikleri anlaşılacaktır. Ancak ‘siyaset’ kelimesi/kavramı öyle yanlış bir şekilde yerleşmiş ki dilimize, o yerleşik anlamdan kurtulamıyoruz. O nedenle yukarıdaki İbni Arabi örneğinden giderek tanımını yaptığımız siyasetle, bugün anlaşılan ve de pratize edilen siyasetin arasını kavram yollu ayırmak gerekiyor. Tanıma uyan siyasete ‘müspet siyaset’, uymayana ‘menfi siyaset’ diyelim.    

Müspet ve menfi siyasetin ne demek olduğunu, bir örnek üzerinden giderek, çok anlaşılır ve net bir şekilde anlatan, harika bir hadis var. Efendimiz (sav) şöyle buyurur: ‘İnsanlar bir gemide yerlerini almak için kur’a çektiler; bir kısmı alt kata bir kısmı üst kata yerleşti. Alt kata yerleşenler su almak için üst kata çıkıyorlardı. Bir gün dediler ki: Biz su için sürekli sizi rahatsız etmek istemiyoruz, kendi yerimizde alt katta, geminin tabanında bir delik açsak ve suyumuzu oradan temin etsek, hem size de rahatsızlık vermemiş oluruz… Eğer üst kattakiler alt kattakilere engel olmazlarsa hep beraber helak olurlar. Fakat yukarıdakiler alttakilerin ellerini tutup engel olurlarsa, üsttekiler de kurtulur alttakiler de…

                Hadiste aynı gemide yaşayan 2 farklı topluluktan bahsediliyor. Menfi siyaset yoluyla gemiyi delmek isteyenler ve müspet siyaset yoluyla onlara engel olması gerekenler… Gemiyi delmek isteyenlerin geminin tabanını kendi malı gibi görüp dilediğini yapma pervasızlığının yanı sıra gayet iyi niyetliymiş gibi görünme durumları var. Menfi siyasetin tipik bir örneği sayılabilecek bu örnekte bu siyasetin sinsiliği ortaya çıkmaktadır. Yani vereceği zararı faydaymış gibi gösterme ve kendini buna hak sahibi görme sinsiliği…  

Menfi Siyasetle Eline Baltayı Alanlar

Bugün ülkemizde menfi siyaseti adeta şiar edinmiş bir zihniyetle karşı karşıyayız. Birileri gerçekten baltayı eline almış ve gemiyi delmeye başlamış durumda. Öyle pervasızca, akılsızca, delice hareket ediyor ki ne yaptığının farkında dahi değil. Laf- söz dinlemiyor. Hatta baltayı bir gemiye, bir uyaranlara sallıyor. ‘Benim yetkim var, halktan onayım var, dilediğimi yaparım!’ diyor... Baltayı ‘Yetişin Ey Türkler! Diyerek ırkçı söylemlerle sallıyor. Bir taraftan gemiyi, bir taraftan insanları bölüp- parçalıyor… Geminin üst katında olanların işi hayli zor… Bir taraftan gemiyi deldirmemek bir taraftan da bizzat zarar görmemek gerekiyor. Mümkün mü? Böylesi bir mücadelede, yara almamak mümkün gibi görünmüyor.

Yani ülkemiz açısından ciddi bir beka sorunuyla karşı karşıyayız. İçinde bulunduğumuz gemi delindi ve su alıyoruz. Gemiyi bizzat delenler, onları tezahüratlarla cesaretlendirenler, onların baltasını bileyleyenler, kurtarıcı gibi görünüp arka planda destekleyenler, gemiden çoktan vazgeçip filoları hazırlayanlar, olan biteni sessizce seyredenler ve bir de gemiyi delenleri gemiyi tamir ediyor zannedenler… Hepsi bu işin içinde... Organize bir durumla karşı karşıyayız ve mesele hayat- memat, fena- beka meselesi…

İşte bu menfi, zarar veren, yıkıcı siyasetten, bu siyasetle Şeytana pabucu ters giydirenlerin şerrinden euzu billahi mine'ş-şeytani ve's-siyaset diyerek Allah’a sığınır Bediüzzaman. Biz de onların şerrinden Allah’a sığınıyoruz. Ancak sadece böyle bir sığınma duasıyla işimizin bitmediğinin de farkındayız.

Müspet siyasetle hareket edip onların hamlelerine karşılık, su alan toplum gemisinin deliklerini her ne pahasına olursa olsun kapatmak; yıkıcı siyaseti ifşa etmek; ‘işte bunlar gemiyi deliyor!’ diye ilan etmek ve ahaliyi uyandırmak gerekiyor. Başka çare yok! Evet, işimiz zor, çok ve acil! Acele edilmezse, geminin su aldığını görmeyen, üst katta emniyette olduğunu zannedenler uyandırılmazsa, hep beraber batmak kaçınılmaz son. Hatta belki de gemiyi batıranlar kurtulacak –ki onlar tedbirini almışlardır- mücadele etmeyenler ve mücadele edenlere destek vermeyenler veya mücadelede yalnız ve yetersiz kalanlar kurtulamayacaklar. 

İş Şirazesinden Çıkmış Durumda

Devlet ve onun idaresi emanettir. Ve bugün emanet, ehliyetsiz ellerde ziyan edilmektedir. Memlekette iş şirazesinden çıkmış durumdadır. Menfi siyasetin bulaştığı her iş, her kurum iflasın eşiğindedir. Siyasilerin verdiği zararları bertaraf etmeye çalışan hocalar ve aydınlar da engellenmeye çalışılarak, adeta devlet/güç hepten zayıflasın, memleket iflah olmasın istenmektedir.

Bediüzzaman menfi siyasete ‘canavar siyaset’ der. Bugün yargıya bulaşan canavar siyaset adaleti bitirmiştir. Adaleti sağlamada zaten yetersiz ve problemli olan kanunlar -beşerin insana dair yetersiz bilgisinden dolayı- menfaatperestlerin elinde daha da ucube, lastik gibi sündürülen veya birilerinin sopa gibi kullandığı bir araca dönüştürülmüştür. Binlerce insanın hayatı bu adaletsiz, merhametsiz, yıkıcı, canavar siyasetin eliyle yok edilmektedir. Yara alan geminin yara alan yolcuları en çok da ‘Adalet! Özgürlük!’ diye feryat etmektedirler. Seyirciler… Ah o seyirciler… Onlar iflah olur mu? ‘Sessiz kalırsam bir de kulaklarımı tıkar hayatıma bakarsam kurtulurum’ zannedenler… Onlar kurtulur mu? Hayır, onlar da kurtulamayacak! Bu gemi batarsa kimse kurtulamayacak!

  Hadiste gemiyi batırmaya çalışanların bunu su’dan gerekçeler öne sürerek ve esasında kendi çarklarını döndürecek suyun peşinden giderek yaptıklarını anlıyoruz. Bunlar kendi ikballeri için memleketin istikbalini yok etmeyi göze alacak kadar dünyanın makamına, malına yani metaına gözlerini dikmiş insanlardır. Makam sevgisi, rahata düşkünlük, lüks hayat, israfta sınır tanımazlık, aile- akraba kayırma yollu işi ehliyetsizlere verme özellikleri bunların bariz özellikleridir. İşte bu özellikler devletin deniz gibi olan kaynaklarını kurutmaz mı? Sosyo-ekonomik dengeyi, sosyo-psikolojik dengeyi bozmaz mı? Hepsini yaptı. Devletin malı deniz kuruyor; toplumsal tüm dengeler bozuluyor.

Aynı Gemideyiz

 Bugünlerde 19 Mayıs’ın yıldönümünden dolayı, Mustafa Kemal’in Bandırma Vapuruna ve Kurtuluş savaşı ruhuna atıfta bulunularak ‘100 yıldır aynı gemideyiz’ güzellemeleri yapılıyor. Gemiyi delenler ve esasında delmeye devam edenler, ‘gemimizi deliyorlar’ diye feryat ediyor ve suçu da dış mihraklara yüklüyorlar. Gemiyi delenleri –Kurtuluş savaşı benzetmesiyle- İngilizler, Fransızlar gibi göstermeye çalışarak geminin içindeki düşmanı, alt kattakileri, yani kendilerini kamufle etmeye çalışıyorlar. Bir taraftan gemiyi delmeye devam ediyorlar, bir taraftan başka siyasileri de yanlarına alıp birlik beraberlik pozları verip ‘problem yok, ayaktayız’ mesajları veriyorlar. Su alan bir gemide bu mesajların anlamı da faydası da yok!  

Bu arada ‘100 yıldır aynı gemideyiz’ sözünü düzeltelim. Bu topraklarda, 100 yıldır değil 1000 yıldır aynı gemideyiz.

Evet, aynı gemideyiz ve bu gemi kesinlikle birilerinin tekelinde değil; olamaz! Hiçbirimizin ‘ne halleri varsa görsünler, kendi başlarını yesinler’ demek gibi bir lüksümüz de yok! Çünkü aynı gemideyiz; aynı gemideyiz! Onların pervasızca deldikleri gemi bizim bulunduğumuz gemi olmasa, arsızın- hırsızın bir araya geldiği bir korsan gemisi olsa, onlar ayrı biz ayrı gemilerde olsak bile, şayet bulundukları gemide masumlar varsa yine gücümüz yettiğince mücadele etmemiz gerekir... Ama durum bunun ötesinde; aynı gemideyiz… Bu gemiye de arsız- hırsız dolmuş ama milyonlarca da masum var.

Peki, ne yapacağız? Müspet siyasetle hareket edip, menfi siyasetle mücadele edeceğiz.  Öncelikle gemiyi delenleri ilan edeceğiz. Mıymıntı Müslüman olmayacağız. Siyaset bileceğiz... ‘Siyasete karışmayın’ diyenlere, yaptığımız müspet siyasetle cevap vereceğiz. Çuvalı deldirmeyeceğiz; gemiyi delenleri görmezden gelmeyeceğiz. Tevhidin bize öğrettiği gibi, bütün zarar vericilere ‘LÂ- HAYIR!’ diyebilmeyi başaracağız. Ve Alparslan Kuytul Hocam gibi ‘Kral çıplak!’ diye haykıracağız.



0 Yorum

Yorum Yaz