Semra Kuytul yazdı... “Onunla Bir Gün!”

Alparslan Hoca'nın eşi Semra Kuytul blog sayfasında yayınladığı bir yazı ile okuyanları hem duygulandırdı hem de Alparslan Hoca'nın çok bilinmeyen bazı yönlerini anlattı.

Semra Kuytul yazdı... “Onunla Bir Gün!”
04 Şub 2019 22:27:08

Semra Kuytul, Alparslan Kuytul Hoca’nın 24 Ocak’ta tahliye edilip 24 saat geçmeden siyaseten tekrar tutuklanması üzerine tahliye edildiği gün yaşananları “Onunla Bir Gün!” başlıklı bir yazı ile anlattı.

Semra Kuytul’un yazdığı “Onunla Bir Gün!” başlıklı yazısı sosyal medyada da büyük ilgi gördü. 

İşte o yazı;

Onunla Bir Gün!

25 Ocak 2019

Kıymetli eşim ve can yoldaşım.. Hayatıma mana katan, yaşam gayemi bana hatırlatan, bana hayatımda engin ufuklar açan, ilmine, zekâsına, mantığına hayran olduğum saygıdeğer HOCAM!


Onunla sohbet etmek çok güzeldir, fikir alışverişi yapmak, olayları değerlendirmek, televizyon izlemek.. Her zaman bambaşka ve yepyeni bakar hayata. Çok güzel detaylar yakalar hayatın akışı içinde.. Bir parkta geziyorsanız mesela, o ilk defa görüyormuş gibi ilgiyle çiçeği, ağacı incelerken siz yaptığı ince analizler sebebiyle hayretle onu izlersiniz. Hayata, bir çiçeğe, bir çocuğa, bir yola hiç böyle bakmamıştım dersiniz defalarca… Empatisi çok yüksektir, o yüzden her şeyi hemen derinlemesine anlar. Bazen söze gerek kalmaz bakışlarla anlaşırsınız. Bazen siz demeden önce kalbinizden geçeni okumuşçasına cevabını verir sorularınızın. İlgilidir çünkü; çevresine, yaşananlara duyarsız değildir. Küçük büyük, kültürlü kültürsüz demeden insanlara kıymet verir, sorularına usanmadan uzun uzun cevap verir.


Ben 16 yıldır neredeyse yaşadığım her şeyi paylaşmışımdır onunla.. Anlatmadan duramazdım, o da her akşam ilgiyle dinlerdi o günkü serüvenimi, çocuklar küçükken onlarla akşama kadarki mücadelemi, yorgunluğumu, üzüntümü, çocukların ilk adımlarını, ilk kelimelerini, yeni becerilerini, hoşuma giden çocukça komikliklerini her şeyi anlatırdım o eve gelir gelmez. Mesela sabah çocuklarla yaşadığım ilginç bir olayı ya da TV’de, sosyal medyada gördüğüm ilginç bir haberi ona anlatmak için sabırsızlıkla akşamı beklediğimi biliyorum. Bana hiçbir zaman “bunları neden anlatıyorsun” demedi. O kadar yoğunluğuna, sıkıntılarına rağmen gerginliğini eve yansıtmamaya çalışarak bizimle ilgilendi. Hatta benim ona böyle havadan sudan şeyler anlatmamdan memnun oluyor onu hayatımızın içinde tuttuğumuz, çocuklarla birlikte onunla aramıza bir duvar örmediğimiz ve “En son babalar duyar” demediğimiz için mutlu oluyordu sanki.


Kadınlar genelde böyledir, paylaşmayı, anlatmayı severler, ama erkekler genelde böyle değildir. Kadınların ev, iş, çocuk muhabbetinden sıkılırlar, kıymet veremezler genelde ve bunu da belli ederler. Bir çok ailede sorun böyle başlar, kadın “sen beni dinlemiyorsun” der, erkek önceleri “dinliyorum, dinliyorum” der uyuyarak, sonra itiraflar başlar, “sende düzgün bir şey anlatmıyorsun ki, boş boş konuşuyorsun” demeye başlar ve giderek mutsuzluk artar, diyalog kesilir, ilgi alaka azalır veya düşe kalka mecburi olarak devam eder hayat yada ipler kopar.. Çünkü kıymet vermediği şey konuşulan konular değil de eşinin dünyasıdır aslında. Tabi her zaman sebep bu değildir ama çoğu zaman en azından ilk sebep bu diyalog kopukluğudur diyebiliriz. Bu bazen de tam tersi olur, kadın kocasının iş hayatına, gün içinde yaşadıklarına yani onun dünyasına değer veremez.


İşte biz hiç öyle olmadık, hep dinleyebildik birbirimizi.. Hatta ben bu bir yıl içinde birçok olayımızı mektupla anlattım ona. Hiç koparmamaya çalıştım diyaloğumuzu. Bir defasında eşime mektup yazıyorum, 5 yaşındaki kızım Rabia yanıma gelip eline bir kâğıt kalem alıp “ben de yazacağım” dedi. Harfe benzer bir şeyler yazmaya çalıştı kâğıda, sonra bana döndü ve “anne bak ne yazdım” dedi. “Ne yazdın” deyince heceleyerek “Al-pars-lan Kuy-tul, babamın ismini yazdım” dedi. Yanımızda durup bizi izleyen 8 yaşındaki kızım bu duruma güldü, çünkü öyle bir şey yazmıyordu kâğıtta. Rabia bu durumda bir terslik olduğunu anladı ama altta kalmak da istemedi hemen üste çıkacak bir yol bularak “okuyamıyorsam da yazabiliyorum en azından değil mi anne” dedi. Bu cevabına da ben çok güldüm ve bu küçük diyaloğu mektubuma ekledim. Bir sonraki açık görüşümüzde Hocaefendi bu olayı bana hatırlatarak gülüyordu.

İşte bu duyguları yeniden hatırladığım bir gündü o gün; 24 Ocak gecesinde, yolculuk esnasında araçta uzun uzun sohbet ettik onunla.. 
22-23-24 Ocak mahkemesi sonrası Adana 4. Ağır Ceza Mahkemesinden Tahliye aldıktan sonra Adana’ya onunla birlikte döndük. Yol boyunca havadan sudan sohbet ettik. Dakikaları saymadan konuşabilmenin ne kadar büyük bir nimet olduğunu düşünerek konuştuk. Hatta bir ara “yorgunum biraz gözümü kapatsam iyi olur” dedi ben de espri ile “bir yıldır yatıyorsunuz zaten” dedim. “İyi vallahi şimdi böyle mi olduk” dedi. Ben de “ Evet bundan sonra böyle, bir yıldır yattınız artık dinlenmek yok” dedim, güldük. Bir yandan dinlenmesini istiyorum bir yandan aklıma yeni bir şey geliyor ondan bahsediyordum, bu defa yeni bir konu açılıyor ve yine konuşuyorduk.. Ve’l hasıl ben biraz uyumuşum ama o, o gece araçta hiç uyumadı sanırım. 

25 Ocak Cuma günü sabah 09.00 gibi Adana’ya giriş yaptık gişelerden. Oldukça hareketli ve olaylı bir gün oldu bizim için 25 Ocak.. Tansiyon sürekli yüksekti ve çevremizde olan bitenlerden bir şeylerin ters gittiğini anlamak mümkündü. Her şeye rağmen binbir terslikle mücadele ederek evimize ulaştık. Üst üste şaşkınlıklar yaşadık o gün. Yolda eve geçerken tüm yolların tutulması ve arkadaşlarımızla buluşmamızın Adana Emniyeti tarafından engellenmesi, arkadaşlarımızın arkamızdan gelmemesi için tesiste TOMA ile önleri kesilerek mahsur bırakılmaları ve ardımızdan yolların onlara kapatılması, evimize geldiğimizde alınan olağanüstü emniyet tedbirleri, Hocaefendi’nin kendisini bekleyenlere “hoşbulduk” demek istemesine siren sesleri ile müdahale edilmesi gerçekten çok garipti. Ardından Hocaefendi Cuma namazına geçti ve Allah Azze ve Celle, bir sene sonra ona binlerce kişi ile Cuma namazı kılma imkânı verdi. Cuma namazı çıkışı binlerce talebesiyle görüştü ve parkta sohbet etti.


Ardından eve geçip misafirlerimizle ilgilenmeye başladık. Sağolsunlar akrabalarımız ve arkadaşlarımızla evimiz doldu taştı. Kısa bir zaman diliminde uzaktan yakından, yurt içinden ve yurt dışından çok sayıda misafir ağırladık ve eşim her gelenle nerdeyse tek tek ilgilendi.
Eşim, o gün boyunca yolculuğun yorgunluğunu, yoğun günün ağırlığını hissedemeyecek kadar özlem dolu görünüyordu. Herkese oldukça içten ve hasret dolu gözlerle bakıyordu. Bir anda herkesle hasret gidermeye çalışır gibi bir hali vardı. Bir yandan da bulduğu fırsatta bize; “bu adamların işi belli olmaz bakmışsın tekrar tutuklamışlar” demeyi de ihmal etmiyordu. “Bu zalimlere hiç güvenim yok” dedi defalarca. Adaletin tecelli ettiğine şaşkındı. Hepimiz de şaşkındık ama ben yine de “olur mu öyle şey, bu kadar mahkeme edilmiş, karar verilmiş nasıl olacak” diye o ihtimali atmaya çalışıyordum aklımızdan. Hatta çocuklarımla aramızda konuştuğumuz bir esnada ben “sanki bir rüya gibi, hala inanamıyorum, dedim ve “birde bakıyormuşuz ki toplu bir rüya görüyormuşuz ve hep birlikte uyanıyormuşuz” dedim, güldük aramızda…


Boşuna şaşırmamışız! Aynı gün saat 23.00 suları zil çaldı ve yine o bir yıl önceki manzara ile karşılaştım. Polisler, polis kameraları, kapıda bir kalabalık, ellerinde evraklar vs vs.. O anda anladım bu rüya buraya kadarmış ve uyanmanın vakti gelmiş. Hepimiz aynı rüyayı görmüşüz ve hep birlikte uyanma vakti şimdi! Ve onu bir kez daha elimizden alıp götürdüler, zulme alışamamışız demek ki yine şok yaşadık, yine şaşkındık, yine hazırlıksız.. Bir palto bile veremedim üzerine, aklıma gelmedi o anda. Ve yine vedalaşamadık! Ne uyuyan çocuklarını öptü son kez ne de annesini gördü çıkmadan bir kez daha.. 

Ve “onunla bir gün” sona erdi…
Derken sabah oldu, Eşim cezaevinde aynı koğuşunda ve aynı zindan arkadaşıyla (Ali Alagöz) devam etti güne, biz yine kaldığımız yerden devam ettik hayatımıza.. Ertesi gün yani 26 Ocak Cumartesi günü ilk olarak #ÖzgürlükYürüyüşleri ile başladık güne bir kez daha.. Çünkü tam da kaldığımız yerdeydik yeniden..

26 Ocak sabahı, her hukuksuzluk yaşadığımızda “sağlık olsun” deyip yutkunup devam ettiğimiz gibi yine derin bir nefes alıp;

Özgürlük mücadelesine DEVAM!
Adalet arayışına DEVAM!
Zulmü, acıyı doyasıya yaşamaya DEVAM!
Zulmü ve zalimi anlatmaya DEVAM!
Bolu yollarına düşmeye DEVAM!
Yürümeye,
Anlatmaya, 
Susmamaya, 
Memleketin derin sessizliğini bozmaya, ortalığı karıştırmaya (!) DEVAM!!! dedim.. kendi kendime..

Herkesin çok akıllıca (!) düşünüp büyük bir olgunluk (!) ve teenni (!) ile karşıladığı olaylar karşısında memlekete bir deli lazımsa o deliyi oynamaya devam! Lafını sözünü bilen olgun (!) insanların arasında, lafını sözünü bilmeden (!) ama saf fıtratı ve bütün dürüstlüğü ile gerçeği bir tokat gibi büyüklerin yüzüne çarpan çocuğu oynamaya devam! 
Velhasıl kaldığımız yerden derin bir nefes alarak yeniden devam!
Oldukça yorucu bir yıl geçirdik ama demek ki yapacaklarımız daha bitmemiş, yine diyorum: Sağlık olsun, olsun varsın, zararda olan biz değiliz, zararda olanlar malum!

Biz iyiyiz çok şükür, Hocaefendi’nin cezaevine ilk girdiği günlerde dediği gibi, “Zalim olup CEHENNEME gireceğime mazlum olup HAPİSHANEYE girmeyi tercih ederim..”

Biz de aynen öyle; zulme sessiz kalıp dilsiz şeytan olacağımıza konuştuğumuz için başımıza gelenlere ve gelebilecek her şeye razıyız. Şeytana uymaktan ve şeytan olmaktan Allah’a sığınıyorum..

Ve yine söylüyorum, yolumuzun doğruluğundan eminsek ki öyle, gidelim bakalım bu yolun sonu nereye çıkacak, sonunda kim ağlayıp kim gülecek.. Gitmezsek göremeyiz.. O halde durmak yok yola devam..
Güzel son (akıbet) Takva sahiplerinin olacaktır.. Ve’s Selam…



1 Yorum
  • Furkan Haber - İslami Haber - Güncel Haber
    Öncü nesil 02 Mayıs 2019 18:40:00

    Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki, Allah’a verdikleri söze sâdık kaldılar. İçlerinden bir kısmı verdikleri sözü yerine getirmiştir (şehit olmuştur). Bir kısmı da (şehit olmayı) beklemektedir. Verdikleri sözü asla değiştirmemişlerdir.


Yorum Yaz