Dr. Murat Gülnar Yazdı | LGBT ÜZERİNDEN TOPLUMSAL ÇÖKÜŞE DOĞRU

Furkan Nesli Dergisi yazarlarından Dr. Murat Gülnar'ın, LGBT'nin tarihsel sürecini, bu onursuz hareketi ortaya çıkaranları ve amaçlarını ortaya koyduğu makalesi bu haberimizde…

Dr. Murat Gülnar Yazdı | LGBT ÜZERİNDEN TOPLUMSAL ÇÖKÜŞE DOĞRU
06 Tem 2020 11:14:23

Ümmeti kaybettiğimiz günden beri İslam coğrafyası olarak her geçen gün daha fazla çöküşe, kan, zulüm ve gözyaşına tanık oluyoruz. Bu çöküş ve bozulma bizi kutsallarımızdan uzaklaştırıyor, değerlerimizden uzaklaştıkça çöküşümüz daha da hız kazanıyor. Ne kadar feryat koparsak da onlar bizim gözbebeğimiz, geleceğimiz desek de neslimiz, avuçlarımızdan kayıp gidiyor. Bu durumun sebeplerinin bir kısmı dışarıdan olsa da büyük bir kısmı içeriden, toplum olarak değerlerimize sahip çıkmamamızdan kaynaklanıyor.

Toplumun birçok yönünde bozulma alametleri var ve her geçen gün daha da artış gösterdiği istatistiklere de yansıyor. Hangi yöne bakılırsa bakılsın deve boynu misalinde olduğu gibi elimizde kalıyor. Eğitim, aile hayatı, ekonomik göstergeler, hak ve özgürlükler… En önemlisi de dini değerlere bakış ve ahlâkî durum. Yeni neslin dine ve ahlâkî değerlere bakışı gelecek adına oldukça endişe vericidir. Bugüne kadar hassasiyetimizi kısmen koruyabilmemizi evvela Allah’ın yardımına, sonra da İslami eğitim ve ıslah çalışmaları yapan kurumların samimi gayretlerine borçluyuz. Ancak gelinen süreçte vakıf ve derneklerin kapatılması, İslami faaliyetlerin minimize edilmesi, cemaat ve din temalı konuşmalardan halkın nefret eder hale getirilmesi var olan ahlak ve maneviyatın da gideceğine işaret etmektedir.

LGBT’NİN TARİHİ SÜRECİ

Bu yozlaşma örneklerinden birisi, kendilerini LGBT onur yürüyüşü olarak tanımlayan, izzet ve onur kavramlarıyla uzaktan yakından alakası olmayan, insanı fıtratın dışına iten, her türlü fuhşiyat ve münkeri işlemeyi özgürlük addeden bir yapıdır. Bu hareket (kendilerini öyle tanımlıyorlar), son 20 yılda gerek dünyada gerekse ülkemizde kendilerince epey kazanım elde etti. Bizce cinsel sapma ve fıtratı bozma anlamında tarihi çok eskilere dayansa da bunların bir hareket olarak ortaya çıkışları ve tanımlanmaları 1940-1950’li yıllara dayanır. Cinsel azınlıklar kavramı o dönemde biyolog Alfred Kinsey’in kadın ve erkek cinselliği üzerine yazdığı kitabında ortaya atılmıştır. Daha sonra Avrupa Birliği ve Birleşmiş Milletler eliyle tüm dünyada tanınmaya ve propagandası yapılmaya başlandı. Hatta Birleşmiş Milletler her yıl bu konu üzerinde raporlara dikkat çekerek bu meselenin daha da yaygınlaşmasına sebep oldu.

Aslında bu mesele toplumsal hayat ve neslin gidişatı açısından önemli ve bir o kadar da çok yönlü ele alınması gereken bir konudur. Sadece bazı hak ve özgürlükler açısından bakmak meseleyi hafife almak anlamına gelir. Bu sorunu birçok yönden ele almak ve insan onurunu ayaklar altına alan bu durumu doğuran, geliştiren sebepleri ortaya koymak zorundayız. Aynı zamanda oluşturduğu toplumsal tehdidin boyutunu da gözler önüne sermeliyiz ve tabi son olarak bu soruna çözümler de sunmalıyız.

İlk olarak bu bir medeniyet sorunudur ve bu, medeniyetin insana verdiği değerin, insana ve hayata bakışının sonucudur. Bir medeniyetin insan türünü değerlendirmesi, varoluş gayesini ortaya koyması ve hayattan beklentisi o medeniyet hakkında bize ipuçları verecektir. Bu problem, geçmişte var olmuş ve helak sebebi sayılarak bir toplumun (Sodom ve Gomore Halkı) azaba uğramasına yol açmışsa da o tarihten bu yana toplumsal bir destek bulamayıp belki fertler düzeyinde devam etmiştir. İslam’ın hâkim olduğu yıllarda da böylesi ahlak dışı toplumsal bir hareket ortaya çıkmamıştır. İslam Medeniyeti, hâkim olduğu toplumlarda ahlak ve maneviyatı daima diri tutmuş, insanı, onun fıtratını bozucu yönelimlerden uzak tutmuştur. Dini hükümler ve o hükümlerle teşekkül eden toplum, medeniyetin zirvesi olmuş hem madden hem de manen gelişmeler göstermiştir. İnsanların kalplerini ıslah etmiş, onları özellikle manen ve ahlaken yükseltmiştir.

LGBT’NİN MÜSEBBİBİ: BATI MEDENİYETİ!

Daha sonra insanlık gemisinin dümeni Batı’nın eline geçmiştir. İşte o günden beri insanlık artık rahat yüzü görmemiştir. Bu medeniyetin yol açtığı toplumsal yaralar ve savaşlar insanlığa türlü felaketler getirmiştir. Madden yükselme gösterse de manen bozmuş, bireyleri; ferdiyetçi, bencil ve içinde bulunduğu toplumda sadece kendi arzuları peşinde savaşan bir sistemin parçasına dönüştürmüştür. İnsanın birçok yönden sapmasına, bozulmasına sebep olan Batı Medeniyeti bu hareketin (LGBT) yeniden hortlatılması, canlandırılması ve dünya çapında bir harekete dönüştürülmesinin de öncülüğünü yapmıştır. Sırf bu bile Batı Medeniyetinin sorgulanması için yeterli bir sebeptir. Bu medeniyet topluma zarar veriyor. Aile kavramını temelinden sarsıyor ve gelecek nesillere de kötü bir toplum yapısını miras bırakıyor. Hem silah sanayi ve teknolojisinin sebep olduğu savaşlarla hem de ahlak ve maneviyata verdiği zararla insan hayatını felç ediyor. Kendi toplumunu daha çok manen, İslam coğrafyasını ise hem madden hem de manen öldürüyor. İnsana kazandırdığı bakış ile (aslında kaybettirdiği demek lazım), insana bencillik aşılayan, sadece kendi arzularını düşündüren, sınırsız özgürlük vadeden ve aklına gelen her şeyi yaptıran bir medeniyetten başka ne beklenir ki?

Diğer yandan İslam ise insana öyle bir bakış kazandırıyor ki bu bakış hayata, olaylara ve topluma dengeli bakmayı sağlıyor. İnsanın fıtratına uygun yaşamasını sağlıyor. Kur’an’da geçen insanın yeryüzünde halife olarak yaratılması, kendisine ilim verilmesi, meleklerin secde ettirilmesi ve yeryüzündeki diğer canlıların emrine amade kılınması, tüm bunlar Allah’ın insana verdiği değerler ve nimetler kapsamındadır. Bunların farkında olmadan sadece dünyevi isteklerin peşinden koşmak, ulvi gayeden uzaklaşmak insanı fıtratının dışına çıkarmaktır.

“Andolsun! Biz Âdemoğlunu mükerrem kıldık”  (İsra, 70) ayetinde geçen “mükerrem” kelimesi, şan-şeref, saygıdeğer ve yüce manalarına gelmektedir. Yine başka bir ayette “Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde (ahseni takvim) yarattık”  (Tin, 4) buyrulmaktadır. Yeryüzüne geliş misyonunu unutmayan, kulluğunun şuurunda olan insan, kendisini ve toplumunu yüceltecek vasıflar sergilerken, yaratılış gayesini ve Rabbini unutmuş insan aşağıların aşağısına (esfeli safilin) düşmekten kurtulamayacaktır. Dolayısıyla Batının değil İslam’ın çizdiği insan modeli dengelidir ve kişiyi dünya ve ahiret mutluluğuna ulaştırır.

ÖZGÜR DEĞİLSİNİZ

Diğer yandan bu mesele özgürlük anlayışının yanlış anlaşılmasından da kaynaklanmaktadır. Bir kısım insanlar meseleye bu yönden bakıp, bunu hak ve özgürlük çerçevesiyle sınırlı kabul edebilir. Hani bu hareketin mensubu olan kişilerden çokça duyduğumuz bir sözdür: “Benim bedenim, benim kararım.” Bu söz görünüşte masum gibi görünse de çok tehlikeli bir sözdür. İnsan sahip olduğu şeylerde sınırsız tasarruf yetkisine sahip midir? Hakikatte insan hangi şeyin gerçekten sahibidir ki? Sahip olduğu malı, evladı nasıl Allah’ın birer emaneti ise canı (bedeni) da öyledir. Malını harcayabilir ancak israf edemez, ederse bunun karşılığında haram işlemiş sayılır. Evladı kendi canından bir parçadır, üzerinde bazı hakları vardır ancak ona zulmedemez. Görüldüğü gibi insan bazı şeylerin sahibi gibi görünse de hakikatte bunlar kendisine emanet edilenlerdir. İnsanın kendi bedeni üzerinde de tahribat yapma hakkı yoktur. Buna rağmen yaparsa bunun dünyada olmasa da ahirette ceza olarak bir karşılığı vardır. Demek ki insan sınırsız özgür değildir. Evvela yaratıcısına karşı kulluk vazifesi vardır. Kur’an’ın ifadesiyle “başıboş bir varlık” değildir. Daha sonra içinde yaşadığı toplumun kurallarına da bağlıdır, yani insanlara karşı da bazı sorumlulukları vardır. Kendi bedenine karşı da bazı sorumlulukları vardır. Tüm bunları bir yana bırakıp sınırsız özgür olma arzusu nasıl kabul edilebilir? Haddizatında Allah’ın emir ve yasaklarını çiğneyip, sınırsız özgür olduğunu iddia edenlerin aslında birçok şeye kölelik yaptıkları (nefsin arzuları, şeytan, diğer insanlar gibi), gerçek manada özgür olmadıkları ortadadır. Eğer her konuda sınırsız özgürlük gibi bir anlayış olsaydı hiçbir toplumda düzen kalmazdı. İslam koymuş olduğu hükümlerle insanlar için en temel haklar olan can, mal, akıl, din ve nesil emniyetini sağlamıştır. Nesil emniyeti demişken LGBT gibi cinsel sapmaların sonucunda en büyük yarayı aile mefhumu almaktadır ve bu durum nesli tehlikeye atmaktadır. UHİM’in (Uluslararası Hak İhlalleri İzleme Komitesi)’in LGBT hareketinin aile ve nesebin sıhhatine getireceği zararları anlatan bir paragrafını paylaşmak istiyorum: “Eşcinselliğin yaygınlaşması; eşcinsel evliliklerin yasallaşması, evlat edinme hakkı, sperm bankaları ve taşıyıcı annelik gibi nesebin sıhhatinin bozulması ve bu nedenle zaman içerisinde insanların kendi anne-babaları ve hatta öz kardeşleri ile evlenme tehlikelerinin bulunduğu bir ortamı da beraberinde getirecektir. Ayrıca, söz konusu konularda hak elde etmek isteyen kişilerin Hollanda ve ABD gibi yerlerde yasal evlilik gerçekleştirdikleri halde tek eşli hayat sürmemeleri, eşcinselliğin kâğıt üzerinde iddia edildiği gibi aile kavramı ile yan yana gelemeyeceğini ortaya koymaktadır. Tüm bunlara ek olarak, eşcinsel evliliklerde taşıyıcı annelik gibi yöntemlerle dünyaya getirilen ya da evlat edinme yoluyla sahiplenilen çocukların, anne-baba ile özdeşim kurma süreci engellenmiş olmaktadır ki bu durum çocuklar için sağlıklı bir gelişimsel süreç yaşanmasını imkânsız kılmaktadır.”

Meseleye toplumsal açıdan ve neslin sağlıklı bir geleceğe ulaşması açısından bakan sağduyulu insanlar bu hareketin doğuracağı tehlikelerin farkına varmışlar ve yetkilileri bu konuda uyarmışlardır. Ancak Avrupa’nın baskıları, Avrupa Birliğine girme sevdası ve İslami hassasiyetin toplumda giderek kaybolması bu hareketin yayılmasına zemin hazırlamıştır. Ülkemizde son 20 yılda bu hareketin yayılması, özellikle Aile ve Kadın Bakanlığı adına atılan bazı yanlış adımlarında katkısıyla hız ve cesaret kazanmıştır.

Meselenin bir diğer yönü, bu gibi toplumsal bozulmaların ortaya çıkışı, haramların yaygınlaşması, neslin bozulma tehlikesi ümmetin zayıflığının alametleridir. Ümmet güçlü iken örnek alınan, taklit edilen konumdadır, zayıfladığında ise taklit eden durumuna geçer. Taklit ettiklerinin etkisinde kalır ve onların yaşantısını, kültürünü benimser. Güçlü iken toplumu ifsat edici tehlikelere set çekebilirken, zayıfken onları men edemez, buna güç yetiremez. Mesela, nerede Fransa’yı bir fermanla dize getiren Kanunilerin devri nerede bugünkü toplum yapımız. Fransa’da ortaya çıkan dansın ilk yapılmaya ve ülkeleri etkilemeye başladığı sıralarda Osmanlı hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman, Fransa Kralı Fransuva’ya bir mektup yazmış ve mektubunda dansın kendi ülkesine sirayet etmesinden endişe duyduğunu ve bu vesileyle bu rezil şeyin derhal kaldırılmasını istediğini söylemişti. Aksi takdirde ordusuyla Fransa üzerine yürüyeceği tehdidini de eklemişti. Sonuçta Fransa’da, bu mektuptan 100 yıl sonrasına kadar dans yapılmadı.

LGBT MUSİBETLERE DAVETİYE ÇIKARIR

Bir başka yönü de bu ve benzeri bozulmaların Sünnetullah’ın (azabın gelişi noktasından) devreye girmesine sebep olacağıdır. Geçmiş kavimlerin sergiledikleri birçok toplumsal bozulmayı bugünün toplumu bünyesinde taşımaktadır. Bu bozulmaların artması musibetleri paratoner gibi çekecektir. Eğer bir yerde haramlar yaygınlaşıyorsa, o toplumda yeterli sayıda uyarıcı yoksa, hele de toplum haramlara karşı tepkiselliğini kaybedip kanıksamaya başladıysa oraya azabın gelmesi kaçınılmaz olmuştur. Elbette ki son ümmet olmamız hasebiyle toplu azap olmayacaktır ancak bu kısmi azap olmayacağı anlamına gelmez. Kur’an birçok ayetinde Allah’ın toplumsal yasalarına dikkatlerimizi çeker ve o konuda bizleri uyarır. “İçinizden cumartesi yasağını çiğneyenleri elbette bilirsiniz. Bu sebeple onlara ‘aşağılık maymunlar olun!’ demiştik. Bunu yaptık ki, hem orada olanlar ve olmayanlar için caydırıcı bir ceza, hem de sakınanlar için bir öğüt olsun." (Bakara, 65,66) LGBT gibi hareketlerin yaygınlaşması, halkın bu duruma tepkisiz kalması gelecek musibetlere davetiye çıkarmaktadır.

Eğer bu durum (eşcinsellik) psikolojik veya bir tercih değil de bir hastalık olarak (hormon bozukluğu, çift cinsiyetlik durumu gibi) ortaya çıkmışsa elbette sözlerimiz onlara değildir. Bu kişiler hem tıbbi yardım almalı hem de psikolojik destek almalıdırlar. Hormonal veya genetik olarak hangi cinsiyete sahip iseler kendilerini öyle kabul etmeli ve bu durumlarına sabretmelidirler. Hünsâ (çift cinsiyet) için samimi ve ehil doktorlar ile yine bu işin fıkhi yönüne vâkıf ilim adamlarının iş birliğinde bir çözüm aranması en doğru yaklaşım olabilir. Böylesi kişiler de bu durumu kendilerinin bir imtihanı görmeli Allah’ın emir ve yasaklarının dışına çıkmamalıdırlar.

Son olarak birkaç cümle ile ailelere düşen bazı görevleri hatırlatmak istiyorum. Çocuklarımızla yakından ilgilenmeli, giyimlerine, arkadaşlarına, izledikleri TV programlarına ve okudukları kitaplara varana kadar yakından takip etmeli, varsa gördüğümüz bazı hatalı durumlar güzel bir üslupla uyarmalıyız. Uyarılarımız yetersiz kalabilir endişesi taşınırsa o zaman profesyonel yardım alma yoluna gidilmelidir.



0 Yorum

Yorum Yaz