İnsanı Harekete Geçiren Etkenler – 10

Yazar: Alparslan Kuytul Hocaefendi Tarih: 24 Kas 2015

Kâinatın sahibi ve yöneticisi olan Allah Azze ve Celle’ye hamd, O’nun cesur ve gayretli Resulüne salât-u selam, O’nun izinden giderek sürekli gayret içerisinde olan kardeşlerime selam olsun.

Kıymetli kardeşlerim! Geçen sayıda muharriklere kaldığım yerden devam etmeye başlamış ve dokuzuncu muharrik olarak “kuvvetli bir nokta-i istinad” konusunu anlatmış ama bitirememiştim. Kişi için muharrik görevi gören nokta-i istinadları maddi ve manevi olarak ikiye ayırmış, manevi nokta-i istinadların Allah Azze ve Celle’ye, Allah’ın kitabı ve Allah’ın Rasulü olduğunu belirtmiş ve bunları kısaca açıklamıştım. Maddi olan nokta-i istinadların ise ümmet, devlet ve cemaat olduğunu ifade etmiş, büyük muharrikler olan ümmet ve devlet olmadığında hiç olmazsa cemaat olunması gerektiğini, bu muharrikten de mahrum kalmanın yanlış olacağını anlatmış ve konuya giriş yapmıştım. Cemaat olmayı emreden ve yalnız kalmayı yasaklayan nakli ve akli delillerin bir kısmı ile devam edelim.

Kur’an-ı Kerim Âl-i İmran suresinde; “Toptan Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, ayrılmayın”1 buyurmaktadır. Ayette geçen “Allah’ın ipinden” maksat Hz. Ali Radıyallahu Anh ve Ebu Said el Hudri Radıyallahu Anh’a göre Kur’an-ı Kerim olsa da İbn-i Mesud Radıyallahu Anh’a göre cemaattir. Hz. Ali’nin tefsiri de doğru olmakla birlikte İbn-i Mesud’un tefsirine göre ayet “Toptan cemaate sımsıkı sarılın, ayrılmayın” demektir. Ayet-i kerimenin Müslümanlara birlik içinde olmayı emrettiği ve parçalanmayı yasakladığı açıktır. Bir ve beraber olmanın en ideal şekli elbette ki ümmet olmaktır. Ama o mümkün olmadığında bölgesel bir İslam devleti de bu beraberliği kısmen gerçekleştirmiş olur. O da mümkün olmadığında Müslümanlara farz olan cemaat halinde bulunmaktır.

İslam fıkhına göre, bir şeyin tamamı elde edilemediğinde yani olması gereken en güzel şekliyle yapılamadığında tümden de terk edilmez, yapılabildiği kadarıyla yapılır. Yani ümmet olunamadığında bölgesel de olsa bir İslam devleti, bu da mümkün olmadığında cemaat olunur. “Ümmet olamıyoruz o halde fert olarak kalalım” denilemez. Cemaat halinde çalışanlar beraber olma emrini imkânları ölçüsünde yerine getiren, fert olarak kalanlar ise cemaat olarak çalışmaları mümkün olduğu halde bunu yapmayan, beraber olma emrini yerine getirmeyen kimseler sayılacaklardır.

Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Cemaat rahmettir, tefrika (ayrılık çıkarma) ise azaptır.” buyurmuştur.2
Ebu Hureyre Radıyallahu Anh’dan Peygamberimizin şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“İki kişi bir kişiden hayırlıdır. Üç kişi iki kişiden hayırlıdır. Dört kişi üç kişiden hayırlıdır. Cemaat olmanız gerekir. Muhakkak ki, Allah’ın (yardım) eli cemaatle beraberdir. Allah Azze ve Celle ümmetimi ancak hidayet üzere cem eder, toplar. Bilin ki, cemaatten uzak duran her kişi ateşe düşer.”3
İbn Ömer Radıyallahu Anh’dan Peygamberimizin şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Ümmetim dalalet üzerine asla toplanmaz. Öyleyse cemaatin yanında olun. Muhakkak ki, Allah’ın (yardım) eli cemaatle beraberdir.”4
Ebû Hureyre Radıyallahu Anh’dan: “Rasulullah Aleyhissalâtu Vesselâm buyurdular ki:
“Kim itaatten dışarı çıkar ve cemaatten ayrılır ve bu halde ölürse, cahiliye ölümü ile ölür.” (Buhari)
“Bereket cemâatle beraberdir.” 5

Allah-u Teâlâ Maide suresinde: “İyilik ve takva üzerine birbirinizle yardımlaşın”6 buyurur. Ayet-i kerime iyiliklerin yayılmasının en güzel ve en kolay şeklinin yardımlaşma ile olacağını ifade etmekte ve yardımlaşmayı farz kılmaktadır. Çünkü ayet emir siğasıyla gelmiştir ve bunu tavsiye olarak anlamamız için başka bir delil yoktur. Yardımlaşmanın en güzel ve istikrarlı olan şekli ise cemaat halinde olanıdır. O halde iyiliklerin yayılması için yardımlaşma, yardımlaşmanın gerçekleşmesi için ise cemaat farzdır. Çünkü İslam fıkhında bilinen bir kaideye göre bir farzın yerine getirilebilmesi için gereken şeyler de farz olur. Mesela namaz farzdır ve namazın yerine getirilebilmesi abdestli olmakla mümkün olduğundan abdest de farzdır. Abdest ise su ile olacağından suyu aramak da farzdır.

Ayrıca ayet yalnız iyilikleri, doğruları, hayırlı işleri yapma konusunda yardımlaşmayı değil aynı zamanda takva olma yani günahlardan sakınma konusunda da yardımlaşmayı emretmektedir. Bu emir de yine ancak cemaat olunduğunda gerçekleşebilir. Cemaat olmayanlar günahlardan sakınma konusunda ya çok az yardımlaşabilir ya da hiç yardımlaşamazlar. Çünkü bir arada değildirler. Bundan dolayı Muaz Radıyallahu Anh’dan gelen bir rivayette Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:
“Muhakkak ki şeytan insanın kurdudur, tıpkı tek kalan, sürüden uzaklaşan, kenarda olan koyunu alıp giden davar kurdu gibi. Sakın bölünmeyin. Cemaatin, umumun, mescidin yanında olun.”7
Muaz b. Cebel’den Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurur:
“Şeytan, koyunun kurdu gibi insanoğlunun kurdudur. Sürüden ayrılan ve uzaklaşan koyunu kurt nasıl kaparsa, şeytan da cemaatten uzaklaşan insanı öyle kapar. Onun için tenha yollardan (ayrılıktan) uzak durun. Cemaatten, topluluktan ve mescitlerden ayrılmayın!”8
Arfece Radıyallahu Anh’dan rivayet edilen bir hadiste; “Allah’ın (yardım) eli cemaat üzerindedir. Şeytan cemaate muhalefet edenle beraber hareket eder”9 buyurulmuştur.

İbn Ömer Radıyallahu Anh’dan Peygamberimizin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

“Cennetin ortasında oturmak kimi sevindirirse, cemaatten ayrılmasın. Çünkü şeytan tek kişiyle beraberdir. İki kişiden uzaktır”10 buyurarak şeytanla mücadele edebilmek ve günahlardan sakınabilmek için cemaatle birlikte olmayı emretmiş, yalnız kalmayı ise yasaklamıştır. O halde şeytana, nefse ve saptıran insanlara karşı korunabilmek için yardımlaşma farzdır. Bu farzın yerine getirilebilmesi ise cemaat olmakla mümkün olduğuna göre cemaat olmak da farzdır.

Bu arada şunu da belirtmek gerekir; ayeti kerime sadece cemaat olmayı değil aynı zamanda cemaatte görev almayı, hayırlı işler ve nesiller meydana getirme ve haramlarla mücadele konusunda yardımlaşmayı emretmektedir. O halde bir cemaate müntesip olduğu halde hiçbir görev almayan ve sadece sohbetlere gidip gelenler ayetin emrini yerine getirmiş olmamaktadırlar. Çünkü böyleleri cemaat olmanın asıl maksadı olan birlikte hayırlı işler yapma ve günahlarla mücadele konusunda arkadaşlarına yardım etmemektedirler. Bu yönüyle cemaat olmayan kimselere benzemektedirler.

Saffat suresinde; “(Melekler) bizden her birimizin belli bir makamı vardır. Muhakkak ki biz saf saf dizilenleriz”11 buyurarak meleklerin cemaat halinde oldukları, hepsinin makamının eşit olmadığı aralarında bir hiyerarşinin bulunduğu bildirilir. Onlar nefisleri olmayan, şeytan tarafından aldatılmayan, kâfirlere karşı bizimki gibi bir mücadele görevi olmayan ve yeryüzünde bizimki gibi bir medeniyet meydana getirme vazifesi olmayan varlıklar olmalarına rağmen böyledirler. İnsanlara gelince onlar nefislerine, insan ve cin şeytanlarına karşı mücadele etmek zorundadırlar. Bu mücadeleyi tek başlarına kazanmaları neredeyse imkânsızdır. Yalnız başına imanı kurtarmak ve iman üzere ölmek şüphelidir. Yeryüzünde Allah Azze ve Celle’nin istediği medeniyeti meydana getirmek vazifesini ise bir ferdin meydana getiremeyeceği açıktır. O halde Müslümanlar gerek mücadelelerinde başarılı olabilmek gerekse medeniyet kurma vazifelerini yerine getirebilmek için cemaat olmak zorundadırlar. Ayet-i kerimenin meleklerden bahsetmesi onları bize örnek göstermek içindir. Yoksa onların cemaat halinde, askerler gibi saf saf ve hiyerarşik bir düzende olduklarını bize bildirmesinin bizim için pratikte başka ne gibi bir faydası olabilir?
Kur’an-ı Kerim bizi ümmet olarak tanımlamaktadır ve ümmet cemaat ve topluluk demektir. Yani her cemaat küçük bir ümmettir. Büyük ümmeti meydana getiremeyenler hiç olmazsa küçük bir ümmet meydana getirmeli değil midirler? Bunu başaramayan ve cemaat olamayanlar nasıl büyük ümmeti meydana getirebilirler?

Fert yalnız başına tebliğ görevini yerine getirebilse de unutulmamalıdır ki Müslümanın tek vazifesi bu değildir. Efendimiz sadece tebliğ mi yaptı? Önce tebliğ sonra ta’lim yaptı daha sonra ise teşkil etti yani tebliğ sonucunda kazandıklarını eğitime aldı ve sonra onları teşkilatlandırdı ve cemaat haline getirdi. Cemaat o insanlar için bir muharrik oldu, onlara moral verdi, onları gayrete getirdi, büyük bir devlet ve ümmet kurmalarını sağladı. Cemaat olamasaydılar bu büyük başarıları sağlayabilirler miydi? O halde cemaat olmak Allah Rasulü’nün metodudur ve sünnetidir.

Fert olarak bir şeyler yapmak isteyenler ve cemaat muharrikinden kendilerini mahrum edenler uzun soluklu olamayacak ve kısa süre sonra tembelleşeceklerdir. Böylesi kimseler ellerini vicdanlarına koyup düşündüklerinde yıllarının boşa geçtiğini itiraf edeceklerdir. Şu zamanda var olan hizmetlerin ve hareketlerin neredeyse tamamının cemaatlerin eserleri olduğunu kabul edeceklerdir.

Ayrıca bugün İslâm düşmanları bize karşı fert olarak mı mücadele etmektedirler ki biz de onlara karşı fert olarak mücadele edelim. Onlar devletler halinde değil midirler? Buna fert olarak karşı koymak mümkün müdür?
Cemaatlere ümmeti böldükleri için karşı olanlar bilmelidirler ki ümmeti cemaatler bölmedi. Tarih şahittir ki ümmet dağıldıktan sonra cemaatler zuhur etti. Dağılmış ümmeti mümkün olduğu kadar toparlayabilmek için. Bugün 1,5 milyarlık İslâm âleminin ferdiyetçi mantıkla 1,5 milyar parça olması mı daha iyidir yoksa 1000 parça olması mı?
Cemaati ümmet olma yolunda bir araç olarak görüp, ümmet olduğumuz şuurunu kaybetmeden, aracı amaç haline getirmeden cemaat olarak faaliyet yapmalıyız. Bu muharrikten de kendimizi ve Müslümanları mahrum etmemeliyiz. Büyük çaplı ve kaliteli faaliyetlerin cemaat olmadan mümkün olmadığını itiraf etmeli, insan ve cin şeytanlarının tuzağına düşmemeliyiz. Kur’an-ı Kerim’in şu emirlerini unutmamalıyız:

“Ey iman edenler, Allah’tan sakının ve doğru (sadık)larla birlikte olun.”12

“Şüphesiz Allah, kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak savaşanları sever.”13
Allah’a emanet olun.

 

1. Âl-i İmran, 103
2. Ahmed b. Hanbel, Müsned: 4/145
3. Kenzül Ummal.c.1. Hn.1025
4. Kenzül Ummalc1 Hn 1029
5. İbn Mâce
6. Maide 2
7. Kenzül Ummal.c.1. Hn.1026 ve 1027
8. Ahmed b. Han¬bel, Müsned, C.5
9. Kenzül Ummal.c.1. Hn. 1031
10. Kenzül Ummal.c.1. Hn. 1033
11. Saffat, 164-165
12. Tevbe 119
13. Saff Suresi, 4

Paylaş:  
Alparslan Kuytul Hocaefendi
Alparslan Kuytul Hocaefendi
Alparslan Kuytul Hocaefendi 1965 yılında Adana’da dünyaya geldi Ailesi ve çevresinden aldığı dini eğitim ve terbiye ile İslam’ı seven bir çocuk olarak yetişti Henüz ortaokul tahsili esnasında dinini öğrenme ve anlatma gayreti içerisindeydi Lise yıllarına geldiğinde milletinin içerisinde bulunduğu durumu onu daha çok çalışmaya ve İslam’ı tebliğ etmeye yöneltti Yaptığı ...
Yazar Sayfasına Git