İnsanı Harekete Geçiren Etkenler - 8

Yazar: Alparslan Kuytul Hocaefendi Tarih: 24 Mar 2015

Hamd, insana vazifeler vererek ve hedefler göstererek mücadeleye sevk eden Allah’a; salâtu selam, geleceğe dair verdiği müjdeler ile ümmetini ümitvâr olmaya sevk eden Allah’ın Rasulü’ne; selam, ümmeti yeniden diriltmeyi hedef edinen ve gelecekten ümitvâr olan tüm kardeşlerime olsun. Bildiğiniz gibi önceki sayılarda muharriklerden 6 tanesini anlatmıştım. Şimdi 7. muharrik ile devam ediyorum.
 

   7 – Vazife: İnsan nefsi tembelliğe meyyaldir. Kendisini harekete geçirecek bir sebep olmadıkça kolay kolay harekete geçmez. Vazife bu sebeplerin en önemlilerindendir ve insanların büyük bir çoğunluğunun harekete geçmesinde önemli bir rol oynar. Tembel tembel oturan insanların bu durumları da genellikle bir görevlerinin olmamasıyla alakalıdır. Bir görevleri olsaydı büyük ihtimalle bir şeyler yapmaya gayret ederlerdi. Allah Azze ve Celle farz kıldığı bir kısım ibadetlerle yıl boyunca kullarını görevlendirir ve onları harekete geçirir. Bu ibadetlerle onları kendisine yaklaştırır, derece kazandırır ve her bir ibadetle insanı bir yönden eğitir, eksiklerini tamamlar, kemâle erdirir. Demek ki insanın vazifesi olmadan harekete geçmemekte, harekete geçmeden ve yorulmadan kemâle erememektedir. Yani farzlar kulları harekete geçirmek ve olgunlaşma yolunda ilerletmek içindir.

Farzlar, sünnetler ve müstehablar kudsî kaynaklarda belirtildiği için yapılmakta ve etkili olmaktadır. O halde insanın kendine vazifeler yükleyen bir kaynağa ihtiyacı vardır. Hıristiyanlığın şeriatı Pavlus tarafından iptal edilince Hıristiyanlar böyle bir muharrikten mahrum kaldılar. Pavlus, Hıristiyanlığı kolaylaştırmak için şeriata uymanın zorunlu olmadığını söylemiş, tüm farzları ve vazifeleri iptal etmişti. Böylece Hıristiyanlık hem hayata hükmetmeyen ve hayatın dışında bir din haline getirilmiş hem de vazife vermediği için insanları eğitememiş, yüceltememiş ve harekete geçirememiştir.

Allah-u Teâlâ’nın bize ümmet demesi bir vazife vermek değil midir? Çünkü ümmet; tüm dünyada Allah’ın hükümlerini hâkim kılmakla, farzları yerleştirip haramları engellemekle, zulme karşı mücadele etmekle, Allah’ın istediği gibi bir toplum ve medeniyet meydana getirmekle sorumlu olan topluluk demektir. Yani ümmet diye isimlendirilen bir topluluk yeryüzünün imamları olarak tayin edilmiş demektir. Dolayısıyla ümmet denilenlere tüm dünya sorumluluğu yüklenilmiş olmaktadır. İnsanın değeri de gayreti de vazifesi kadardır. Bizim katımızda böyle olduğu gibi Allah katında da öyledir.

Kur’an-ı Kerîm: “Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam’a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah’a iman edersiniz” 1 buyurarak en hayırlı ümmetten olmanın şartının, iyiliği emretmek ve kötülükleri engellemek olduğunu ifade eder. Bu vazifeyi yerine getirmeyenler en hayırlı ümmetten de sayılmayacaklardır. O halde kişi gayretli, çalışkan birisi olmak ve dereceler kazanmak istiyorsa Allah yolunda daha önemli vazifeler almalıdır. Vazifeden kaçanlar bilmelidirler ki: Bu halleriyle hem kendilerini önemli bir muharrikten mahrum etmekte, gelişmemekte, yerlerinde saymaktadırlar hem de günaha girmektedirler. Çünkü bu zamanda rahat yaşamak caiz olamaz. Rahat bir hayat ile cennet, siyahla beyaz gibi birbirine zıttır.


        İslam Davası’nda vazife almaktan kaçanlar yine unutmamalıdırlar ki: İslam Davası’nın yükünü taşımayanlara Allah başka yükler taşıtır. Allah’ın yükü altındır, elmastır. Altın ve elmas taşımak istemeyenlere Allah odun taşıtır. Şahsî ve ailevî sorunları ile boğuşur durur ama aynı sevabı alamaz.  Altın taşıyanla odun taşıyan bir midir? Rahat etmek için davadan uzak duranlar böylece yine rahat edememiş olurlar. Çünkü dünya imtihan için yaratılmıştır ve matematikten imtihana girmek istemeyenler fizikten, kimyadan imtihana gireceklerdir. ‘Gönlüm sizinle’ deyip vazife istemeyen ve yapılan mücadeleyi uzaktan seyredenler bilmelidirler ki; Allah Azze ve Celle sadece gönlümüzü değil bedenlerimizi, zamanımızı, yeri geldiğinde malımızı ve canımızı da istemektedir.
Ümmetin kurtuluşu vazifeden kaçan böyle tembel ve korkakların eliyle değil biiznillâh cesur vazife insanlarının eliyle olacaktır. İnsanın bu davada bir vazifesinin olması ise bir cemaatin içinde olmakla mümkün olabilir. Cemaat olmadan görev olmaz. Çok az insan bir cemaatin içinde olmadığı halde tek başına Allah yolunda bir takım hizmetler yapar. Onlar da yapabileceklerinin ancak çok az bir kısmını yaparlar. Çünkü yapsa da yapmasa da kimseye rapor vermemektedir ve kimse kendisine ‘Neden yapmadın?’ dememektedir. Böyle birisi çalışır mı? Çalışsa bile ne kadar çalışır? Hâlbuki Allah Celle Celaluhu: “Boş kaldığın zaman hemen başka bir işe koyul”2 buyurmaktadır. O halde Müslümanın sürekli vazifesi olmalıdır ki hiç boş kalmasın ve sürekli derecesi yükselsin.             
 

   8 – Hedef: Muharriklerden biri de insanın bir hedefinin olmasıdır. Hedefi olanlar koşarken hedefi olmayanlar ise yürümeye bile üşenirler. Hedefi küçük olanlar büyük ürünler ortaya koyamazlar. Hedefi küçük olanlar kendilerini çok zorlamazlar. Allah Azze ve Celle kitabında, Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem de hadislerde bu ahir zaman ümmetine büyük hedefler göstermiş ve onları bu hedeflerle harekete geçirmiştir. Kur’an-ı Kerîm Fetih, Tevbe ve Saff Sûrelerinde: “O Allah ki Rasulü’nü hidâyet ve hak dinle göndermiştir ki; onu tüm dinlere üstün kılsın”3 buyurarak bu ümmete hem hedef göstermiş hem de müjde vermiştir. İmam-ı Şafii’nin de dediği gibi bu ayet, bir gün İslam’ın tüm dinlere üstün geleceğini haber vermektedir. O halde Müslümanlar bunu hedeflemeli ve bu müjde ile hedeflerine doğru moral ile yürümelidirler. Daha önce de belirttiğimiz gibi Allah-u Teâlâ’nın bize ümmet demesi bir hedef göstermesidir ve ümmet diye isimlendirilen bir topluluk yeryüzünün imamları olarak tayin edilmiş demektir. Dolayısıyla ümmet denilenlere tüm dünyada Allah’ın hâkimiyetini ve adaletini sağlamak hedef olarak gösterilmektedir.
Yine Enfal Sûresi’nde: “Fitne kalmayıncaya ve dinin hepsi Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçecek olurlarsa, şüphesiz Allah, yaptıklarını görendir”4 buyrularak, fitnenin sebebi olan gayr-i İslamî düzenler kalmayana ve yeryüzünde sadece İslam dini yani İslam düzeni kalıncaya kadar savaşılması emredilmekte ve hedef olarak tüm dünya gösterilmektedir. Allah Azze ve Celle Nur Sûresi’nde: “Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va’detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl ‘güç ve iktidar sahibi’ kıldıysa, onları da yeryüzünde ‘güç ve iktidar sahibi’ kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onların korkularını güvene dönüştürecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiç bir şeyi ortak koşmazlar…”5 buyurarak Müslümanlara dünya hâkimiyetini vermek ve onları korkudan kurtarmak istediğini bildirerek hem vaatte bulunmuş hem de tüm dünyayı hedef olarak göstermiştir.
   

   Kur’an-ı Kerîm Nisa Sûresi’nde: “Şüphesiz, Allah’ın sana gösterdiği gibi insanlar arasında hükmetmen için biz sana Kitabı hak olarak indirdik. (Sakın) Hainlerin savunucusu olma”6buyurarak Kur’an’ın hedefinin sadece öğüt vermek değil yeryüzünde hükmetmek olduğunu bildirmiştir. Dolayısıyla Allah Celle Celaluhu, Müslümanlara bunu hem hedef olarak göstermekte hem de vazife olarak vermektedir. Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem de hadislerde ümmetine büyük hedefler göstermiştir. Sahih bir hadiste: “Ben insanlarla Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun Rasulü olduğuna şehadet edinceye, namaz kılıp, zekât verinceye kadar savaşmakla emrolundum…”7 buyrularak tüm insanlar ve tüm dünya hedef olarak gösterilmiştir. Çünkü dünya Allah’ındır, o halde O’nun dünyasında O’na ortak koşulmamalı ve O’na kulluk edilmelidir. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem:“Konstantiniyye ve Roma fethedilecektir…”8 buyurarak ümmetine İstanbul’u ve Roma’yı da hedef olarak göstermiştir. Fakat bize zaten gerçekleştiği için hadisteki İstanbul kısmı öğretilmiş, Roma ise henüz gerçekleşmediğinden unutturulmak istenmiştir. Son iki asırdır çok zor günler geçiren Müslümanların gelecekten ümitvâr olmaması, yılgınlaşması ve Roma’yı hedeflememeleri için

   Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem başka bir hadiste: “Allah yeryüzünü benim için -her tarafı görünür şekilde dürüp topladı. Onun hem doğu taraflarını hem batı taraflarını gördüm. Muhakkak ki, benim ümmetimin mülkü / hükümranlığı bana dürülüp toplanan (gösterilen) yerlere kadar ulaşır”9 buyurarak hem ümmetine müjde vermiş hem de dünyayı doğusundan batısına hedef olarak göstermiştir. İslam tarihi boyunca Müslümanlar bu ayetlerin ve hadislerin gösterdiği hedeflere ulaşmak uğrunda mücadele etmişler ve Osmanlı gibi Müslüman atalarımız bu hedeflere ‘kızıl elma’ ismini vermişlerdir. İstanbul, Roma, Macaristan, Estergon, Belgrad ve Viyana gibi batı dünyasının merkezleri kızıl elma ilan edilmiş ve yükseliş döneminde Müslümanlar hedefine kilitlenen mermi gibi bu hedeflere kilitlenmişlerdi. İslam’ı tüm dünyaya yaymaktan ve hak dini hâkim kılmaktan başka bir şey düşünemez hale gelmişlerdi. O büyük gayretin ve başarıların arkasında bu büyük hedef vardı.

   Çöküş döneminde bu büyük hedefleri kaybedip eziklik psikolojisine kapıldık, artık hiçbir hedefi kalmamış topluluklara dönüştürüldük. Hedefimizi kaybettiğimiz günden beri batılı olmak ve Avrupa Birliği’ne girmek ister hale geldik. Geçmişte meydana getirdiğimiz haşmetli medeniyetimizi unuttuk. Bugün yeniden kendimizi ve dünyayı, Batı Medeniyeti’nin zulmünden ve olumsuz sonuçlarından kurtarmayı ve yeniden İslam Medeniyeti’ni kurmayı hedeflemeliyiz. Bizim kızıl elmamız önce birer birer İslam topraklarında özümüze dönmek, her bir İslam toprağında tevhidi hâkim kılmak ve İslam Medeniyeti’ni kurmak olmalıdır. Daha sonra atalarımızın bıraktığı yerden devam ederek Roma ve diğerleri…

   Kur’an’ın bazı emirleri fertler için, bazı emirleri İslam Devleti için olsa da İslam’ı tüm dünyada hâkim kılma emri ancak ümmet için mümkün olabilir.Kur’an’ın gösterdiği bu büyük hedefe ulaşabilmek bir ulus devleti için mümkün değildir. Bu hedeflere ancak ümmet olmakla ulaşılabilir. Gösterilen hedefin büyük olmasının bir sebebi de Müslümanları ümmet olmak zorunda bırakıp ırkçılıktan kurtarmaktır. Ümmet olabilmek ise ancak cemaat olmakla mümkün olabilir. Cemaat olmak, ümmet olma yolunda bir araç ve bir merhaledir. Ferdin değil cemaatin hedefleri olabilir. O halde büyük hedefleri olanlar ferdiyetçiliği bırakıp cemaat olmalıdır. Cemaat olanlar da hedeflerini doğrultmalı, demokrasiyi değil İslam Medeniyetini hedeflemeli ve küçük hedefleri bırakıp hedeflerini büyütmelidirler.
Al-i İmran 110
İnşirah, 7
Fetih 28, Tevbe 33, Saff 9
Enfal 39
Nur, 55
Nisa, 105
Buharî, Müslim
Ahmed b. Hanbel ; Musned , V. 241/855
Müslim, Fiten, 19; Ebu Davud, Fiten,1; Tirmizî, Fiten,14

Paylaş:  
Alparslan Kuytul Hocaefendi
Alparslan Kuytul Hocaefendi
Alparslan Kuytul Hocaefendi 1965 yılında Adana’da dünyaya geldi Ailesi ve çevresinden aldığı dini eğitim ve terbiye ile İslam’ı seven bir çocuk olarak yetişti Henüz ortaokul tahsili esnasında dinini öğrenme ve anlatma gayreti içerisindeydi Lise yıllarına geldiğinde milletinin içerisinde bulunduğu durumu onu daha çok çalışmaya ve İslam’ı tebliğ etmeye yöneltti Yaptığı ...
Yazar Sayfasına Git