İslam’da Sebat Kavramı

Yazar: Dr. Murat GÜLNAR Tarih: 26 Ara 2016

Bizi davada sebat ettirecek, bu yolda uzun soluklu olmamızı sağlayacak etkenler vardır. Davanın haklılığına inanmak, Kur’an’a yönelmek, sebat için dua etmek, mücadelenin içinde olmak, davayı hakkıyla yüklenmek, cemaatin ortasında olmak gibi hasletler de bu etkenlerdendir ve bunlar kişinin sebat edebilmesinde önemli rol oynamaktadır.

Günümüzde hak davanın temsilcileri çok az, buna karşın batıl davaların temsilcileri ise çok daha fazladır. Hatta bugün hak davanın temsilcileri batıl davaların temsilcilerine göre sadece sayı olarak az değil, kalite anlamında da azdır. Bu durum davanın tabiatı gereği olsa da bunun sebepleri üzerinde durmak, geçmişte dava adamlarını bu yolda tutan etkenlere, kavramlara dikkatlerimizi çekmek durumundayız. Yolun uzunluğu, engellerin çokluğu, düşmanların tehditleri bu yolda sabretmeyi zorlaştırmakta, yolda uzun soluklu kalabilmeyi engellemektedir. Biz bu sayımızda sebat kavramı ve sebata götüren etkenler üzerinde duracağız.

Sebat; kelime anlamı olarak sözünden ve kararlarından dönmemeyi ifade eder. Bir işte sabit durmak, başlanan hayırlı bir işin sonucunu alıncaya kadar sabretmek, sözde durmak, sık sık karar değiştirmemektir. Bu anlamları sabırda da görmek mümkünse de sebat, sabırda süreklilik, sabır halini olumsuz her durum ve şartta muhafaza edebilmeyi de içerdiğinden sabırdan ayrı ele alınmaktadır. İslam davasının temsilcileri, başlarına gelen her türlü musibet, zulüm ve engellere sabrede sabrede sebata ulaşır. Allah’ın izniyle, artık bu tutumu kararlılık halini alır. Allah Azze ve Celle, bu davanın temsilcilerini her zaman ve şartta imtihanlardan geçirerek, onların sabrı ve sebatı kuşanmalarını, dava yolunda sarsılmaz bir hale gelmelerini istemektedir. Her bir imtihan, tıpkı kıymetli madenlerin cüruflarından ayrılması işlemi gibi hareketi safileştirmekte, çürükleri sağlamlardan ayıklamakta, adeta ilahi bir elek vazifesi görmektedir. Bu sebeple dökülenlerden olmamak, ilahi rızaya nail olanlardan olabilmek için sebat gösterebilmemiz, bu davaya girerken Rabbimize söz verdiğimiz gibi ahdimize sadık kalabilmemiz lazımdır. Bizi sebat ettirecek, bu yolda uzun soluklu olmamızı sağlayacak etkenlere bakalım ve bunları elde etmeye çalışalım.

Davanın Haklılığına İnanmak

Elbette ki iman ne kadar sağlamsa, bu yolda insanı hareket ettirecek olan güç de o oranda etkili olacaktır. Buradaki inançtan kastımız bu yolun doğruluğuna, savunduğumuz ilkelerin haklılığına olan inanç ve bağlılıktır. Görevimiz, yeryüzünde Allah Celle Celaluhu’nun gasp edilen Uluhiyyet ve Rububiyyet hakkını iade ve yeryüzünde O’nun razı olacağı bir medeniyeti inşa etmektir. Mademki mülk O’nundur, insanlar da O’nun kullarıdır, o halde O’nun dediğinin olması lazımdır. Bunda hiç bir tereddüt ve şüphenin kalbimizde yer etmemesi, hiçbir engelin ve tehdidin bizi yıldırmaması gerekmektedir. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in, şirk içerisindeki Mekke toplumuna Tevhid’i yerleştirirken sahip olduğu kararlılık gibi davamıza ve onun haklılığına kararlı bir şekilde inanmalıyız. Amcası Ebu Talib gelmiş, kavminin ısrarları üzerine yeğeni Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile görüşmüş, yaşlı olduğunu, kendisini korumakta zorlandığını, bu davadan vazgeçmesini veya söylemlerini yumuşatmasını istemişti. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem ona: “Vallahi Ey Amca! Güneşi sağ elime ayı da sol elime verseler, ben yine de bu davadan vazgeçmem. Ya Allah bu dini hâkim kılar veyahut ben bu uğurda canımı veririm”1 sözleriyle cevap vermişti. Bu cevap ve kararlılık karşısında Ebu Talib kendisini her şartta destekleyeceğini söylemişti. İslam davetçileri davalarının hâkim olmasını ne kadar arzuluyorlar, ne kadar bu konuda kararlılık gösterebiliyorlar? Bu istek onlarda ne kadar vazgeçilmez bir arzu ve tutkuya dönüşebilmiştir?

Kur’an’a Yönelmek

Kur’an, ilk sebat vasıtası, Allah Azze ve Celle’nin habl’ı (ipi), hem Rasulullah’ın hem de o günkü Müslümanların her türlü sıkıntıda ilk sığınakları idi. “Geceleyin kalk ve ağır ağır Kur’an oku” denildikten sonra, “Gerçek şu ki, biz senin üzerine ‘oldukça ağır’ bir söz (vahy) bırakacağız”2 buyrulması, bu yükü taşırken karşılaşacağı şeylere sabredebilmesinin adresi olarak Kur’an’ın gösterildiğine delildir. Yine aynı şekilde başka bir ayette şöyle buyruluyor: “İnkâr edenler dediler ki: Kur’an ona tek bir defada, toplu olarak indirilmeli değil miydi? Biz onunla kalbini sağlamlaştırıp pekiştirmek için böylece (ayet ayet indirdik) ve onu ‘belli bir okuma düzeniyle (tertil üzere) düzene koyup’ okuduk.”3 Demek oluyor ki nüzul sırasına göre okumak, anlamak ve yaşamaya çalışmak, Kur’an’ın kalbe girmesine ve sebatına vesile olmaktadır. Kur’an bir yandan Müslümanlara başlarına gelen olaylarda alacakları tavrı belirlemede yol gösteriyor, diğer yandan kalplerini davada ve zorlu yolda sebat ettiriyordu. Hem Kur’an’ın gösterdiği metoda göre hareket etmiş oluyorlar, hem de Kur’an ahlakıyla hayatlarını değiştiriyorlardı. Böylelikle Allah Azze ve Celle onlara bu yolda yardım ediyordu. Kur’an’la beraber Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in sünnetine sıkı sarılmak da sebatı sağlayan diğer bir unsurdur. Kur’an’a yöneldiğimizde Kur’an bize onlarca ayetiyle Rasul’e itaati, O’na ittibayı emretmekte, en güzel örnek olarak göstermektedir. Rasul’ün sünnetine sarılmak, O’nun sebat örneği hayatını, mücadelesini rehber edinmek bu hasleti kazanmayı kolaylaştıracaktır.

Peygamber Kıssaları

Şüphesiz bir davanın evvelini, bu dava için öncekilerin çektiği sıkıntıları ve sabır örneklerini bilmek, davanın müntesipleri için alınması gereken tavırları belirlemede, sabrının ve sebatının artmasında önemli bir yer tutar. Bu nedenle Allah Azze ve Celle, Mekke döneminde özellikle de ilk yıllarında geçmiş Peygamberlerin kıssaları üzerinde durarak Müslümanların da onlar gibi sabretmelerini, sonunda Allah taraftarlarının galip geleceğini haber veriyordu. Böylelikle Müslümanlar bu davada nicelerinin neleri feda ettiğini öğreniyor, bu, onları bu yolda daha çok sabra ve sebata teşvik ediyordu. Fiili işkencelerin arttığı bir dönemde Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e gelerek: “Ya Rasulallah! Bizim için Allah’a dua etmeyecek misin?” diyen Habbab Bin Eret’e neden Hz. Peygamber’in kızdığını daha iyi anlamaya başlıyorlardı. Bu dava için bedeller ödenmeliydi, sabrın son sınırına kadar dayanılmalıydı, hatta kemikler etlerinden ayrılsa, vücutlar demir taraklarla taransa bile bu yoldan dönülmemeliydi. “Sana elçilerin haberlerinden -kalbini sağlamlaştıracak (kalbine sebat verecek)- doğru haberler aktarıyoruz. Bunda sana hak ve mü’minlere bir öğüt ve uyarı gelmiştir.”4

Bu kıssalar ilk Müslümanlara en ümitsiz anda Allah Azze ve Celle’den ümitvar olabilmeyi, dik durabilmeyi öğretiyordu. “İki topluluk birbirini görünce, Musa’nın adamları: ‘İşte yakalandık!’ dediler. Musa: ‘Asla!’ dedi. Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir.”5 Bu ayette zalimlerle karşılaşınca sebat etme, Fir’avun ordusu ve Kızıldeniz arasında kalınsa bile ümitsizliğe kapılanlardan olmama örnek davranış olarak gösteriliyor, en şiddetli anda bile kararlılık telkin ediliyor. Musa Aleyhisselam ile yarışan ve Musa’nın asasıyla hakikati gören sihirbazların imanlarında sebat edişi, Yasin Suresi’ndeki koşan adamın misali, Fir’avun ailesindeki önce imanını gizleyen sonra şartlar değişince imanını ortaya koyan mü’min adam örneği, Ashab-ı Uhdud kıssası ve diğerleri, tüm bu örnekler imanda, davada sebatın yaşanmış örnekleridir. Ayrıca geçmiş dava büyüklerinin çilekeş hayatlarını okumak, onların mücadelesine vakıf olmak da insanı zorluklar karşısında mücadeleye, bu yolda sebat etmeye sevk eder.

Sebat İçin Dua Etmek

Kur’an’ı Kerim, Talut-Calut kıssasında Talut’un ordusunda olup sudan içmeyen ve sayıca çok az kalan ordunun, nehrin öte tarafına geçip düşman (Calut) ordusunun sayıca çokluğunu gördüğünde şöyle dua ettiklerini bize haber veriyor: “Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, adımlarımızı sabit kıl (kaydırma) ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.”6 Onların bu teslimiyeti, az olduklarına aldırmaksızın savaşmayı göze almaları ve nehir imtihanından geçmeleri neticesinde Allah Azze ve Celle, onların ayaklarını savaş meydanında sebat ettiriyor ve zafer nasip ediyor. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in çokça yaptığı şu dua da sebat için dua etmek gerektiğine misaldir: “Ey kalpleri halden hale değiştiren (Allah’ım), benim kalbimi dinin üzere sabit kıl”, Efendimiz’e “Ya Rasulallah, ne çok bu duayı yapıyorsunuz” denildiğinde Peygamber Efendimiz “Kalbi Allah Teâlâ’nın kudret ve tasarrufunda olmayan hiç kimse yoktur. O, dilerse doğruda sabit kılar, isterse kaydırır” cevabını vermişti.7

Allah’ın Dinine Yardım

Mücadelenin içinde olmak, davayı hakkıyla yüklenmek, cemaatin ortasında olmak gibi hasletler de kişinin sebat edebilmesinde rol oynar ve Allah Azze ve Celle’nin o kişiyi sebat ettirmesine yol açar. Bu saydığımız hasletlerin her biri insanı zorluklar karşısında sabra alıştırdığı için sebat etmesi kolaylaşır. Kişi Allah’ın davasını her ne olursa olsun omuzlayacak da Allah Azze ve Celle onu musibetler, zorluklar karşısında yalnız bırakacak öyle mi? “Ey iman edenler, eğer siz Allah’a (Allah’ın dinine) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır (sebat ettirir).”8

Görüldüğü gibi Allah Celle Celaluhu kendi yolunda mücadele edene sebat vereceğini vadediyor. Öyleyse bu davada sebat etmek isteyenler Allah’ın davası için koşturmalı, davet ve hizmet faaliyetlerinde yer almalı, hareketin ortasında bulunmaya gayret etmelidir. Bunu yaparken de aceleci olmamalı, sabırla azimle yoluna devam etmelidir.
Sonuç olarak sebat, kişinin kendisine ecel ulaşıncaya kadar hak yolda kalabilmesi açısından önemlidir ve her İslam davetçisi, her Müslüman sebatkâr olmaya gayret etmeli ve sebata götüren sebeplere sarılmalıdır. Hak yolda sebat edenlerden olabilmek için de daima dua etmelidir. “Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin, Sen.”9

Kaynak


1)Sîreti İbn-i Hişam, I, 266
2)Alak, 5
3)Furkan, 32
4)Hud, 120
5)Şuara, 61-62
6)Bakara, 250
7)Tirmizi, Deavat, 89, 124
8)Muhammed, 7
9)Al-i İmran, 8

Paylaş:  
Dr. Murat GÜLNAR
Dr. Murat GÜLNAR
Murat Gülnar 1974 Adana doğumlu olup aslen Elazığ’lıdır İlköğrenimini Dervişler İlkokulunda ortaöğrenimini Ömer Refika Halıcılar ortaokulunda lise öğreniminide Karşıyaka lisesinde tamamladı 1994 yılında başladığı Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesinden 2000 yılında mezun oldu 2004-2008 yılları arasında Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Aile Hekimliği Asistanlığı yaptı Halen aktif olarak Aile Hekimliği yapmaktadırYayın ...
Yazar Sayfasına Git