Seçim Değerlendirmesi: Kim Kazandı; Kim Kaybetti? Ne Oluyoruz; Nereye Savruluyoruz?

Yazar: Rumeysa SARISAÇLI Tarih: 07 Nis 2019

Siyasiler arka arkaya açıklamalar yapıyor. Biz kazandık; yok biz kazandık; bazı yerleri kaybetsek te esas da kazandık vs. vs. Sadece bu seçim anlamında değil, Türkiye’de genel olarak siyaseten gelinen şu noktada ‘kim kazandı, kim kaybetti’ sorusunu sorarsak, bu soruya bizim cevabımız: ‘Kazanan henüz belli değil; ancak kaybetmeye başlayanlar belli’ şeklinde olacaktır. Çünkü henüz bitmediği aşikar olan bir mücadelenin sonucu ilan edilmez.

Şimdiden Türkiye siyasal tarihinde unutulmayacak seçimler arasına giren bu seçimin sosyolojik açıdan bir değerlendirme yapılmayı hakkettiğini düşünüyoruz. Değerlendirmemizi sadece oy oranları üzerinden değil, ideolojiler, ilkeler ve halka verilmek istenen mesajlar üzerinden yaptığımızda, ortaya enteresan bir fotoğraf çıktığı görülecektir.

Bu seçim, direkt veya dolaylı olarak, din üzerinden mesajların yoğun olarak verilmeye çalışıldığı bir seçim oldu. Kimileri ‘biz de dindarız’ diyerek, kimileri ise ‘o kadar da dindar değiliz’ diyerek prim yapmaya çalıştı. Alınan sonuçlara bakıldığında ‘biz de dindarız’ diyenlerin halkın nazarında karşılık bulduğu tartışmasız bir şekilde görülecektir. Bu durum da gösteriyor ki din, dindarlık ve dindar kitle bu mücadelenin sonucunda başat rol oynayacaktır.

Bu seçim, ılımlı İslamcıların tribünlere dönük İslami söylemleri oldukça azalttığı;1 laik olduklarını daha görünür şekilde vurgulama gereği duydukları bir seçim oldu. Ancak bu laik söylemleri, kendi tabanlarını oluşturan halk kitlesinin de duyduğunu (halkı sağır, düşünmeyen ve kendilerini her türlü desteleyecek kitle olarak gördüklerinden) düşünmediler veya bir yerlere mesaj vermenin derdiyle halkın duymasını umursamadılar. Bunun en tipik örneği seçimden birkaç gün önce AKP’nin İzmir Adayı Zeybekçi’nin ’21. Yüzyılda içkili mekânları tartışmak, gericiliktir; yobazlıktır’ sözleri ve AKP’nin buna tepki göstermeyerek bir nev’i onaylaması oldu.

Bu seçim, katı laik söylemleri bırakan ve Kemalizm vurgusunu da göze sokar gibi yapmayan, propaganda çalışmalarında ılımlı İslami söylemleri ve de eylemleri ile halkı şaşırtan CHP’nin yıldızının parla(tıl)dığı bir seçim oldu. İstanbul adayı İmamoğlu’nun ortaya koyduğu profil, Kur’an okumalar, Eyüp Sultana gizlice(!) gitmeler gibi, bunlar ideolojik CHP’de alışkın olmadığımız türden bir profildi. Anladığımız kadarıyla birileri CHP'ye, eski mantıkla gidildiğinde sittin sene bu halkın kahir ekseriyetinin oy vermeyeceğini, bu şekilde iktidara gelinemeyeceğini iyice anlatmış olsa gerek.

Her iki tarafı değerlendirdiğimiz bu genel analizden sonra özellikle kaybetmeye başlayan tarafın, bu kayıp sürecine girişinin nedenlerine bakmak gerekiyor.

Aslında siyasal iktidar farkına varmasa da gerileme ve kaybetmeye başlama, cemaatlere baskıların başladığı 5 yıl öncesine dayanıyor. Neyin pazarlığı neticesinde başlatıldığı tam olarak bilinmese de, birileri AKP’nin kendi eliyle kendi kitlesini kaybetmesini sağlamaya çalıştı. Bugün gelinen noktada bu konuda oldukça başarılı oldukları görülmektedir. İslami faaliyet yapan yüzlerce dernek kapatıldı. İyi niyetle eleştiriler yapan hocalar, aydınlar tutuklandı, yüz binlerce insana sudan sebeplerden soruşturmalar açıldı. Baskılar öyle noktalara getirildi ki dindar öğrencilerin bir araya gelerek açtıkları öğrenci evlerine mühürler vuruldu, ev sohbetleri basıldı, Kur’an öğretiyor gerekçesiyle insanlar tutuklandı... İslami kesime yapılan baskı ve bitirme amaçlı müdahaleleri burada saymakla bitirebileceğimi sanmıyorum. İşte tüm bu halk tabanını kaybetme endişesinden uzak, pervasızca yapılan baskı, engelleme ve zulümlerin, partinin kaybetmeye başlamasındaki etkisi bir gerçektir. 

      Aslında onları rahat davranmaya götüren ve ‘her türlü kazanırız’ düşüncesine sevk eden temel argüman şu idi: ‘Bu halk asla solcu CHP’ye oy vermez.’ Halkta var olan CHP fobisi ve yılların klişe korkutması ‘biz gelmezsek CHP gelir’, her türlü işe yarar zannedildi. Oysa gelinen şu noktada, yapılan anormal baskılar, tehditler, tutuklamalar, yeni bir fobinin oluşmasını sağladı ki bu fobinin adı: ‘AKP fobisi’dir. Diktatöryal söylemler ve de eylemler halkın sevgisini korkuya dönüştürdü. Aslında sevgi ile korku arasında çok kısa yollu bir geçiş vardır. Zulümden korkan halkın ‘bu zulüm hepimizi yakacak’ düşüncesi onu muhalif yapabilir. 

Ancak halk kitlelerinin korku ve endişeden kaynaklı muhalif olma, uyanma özelliği yaygın ve de hızlı bir durum değildir; belki tam tersi, korkudan dolayı sinme- pısma- sindirilme özelliği daha yaygındır. Peki, (toplumsal değişimin yavaş seyredeceği realitesiyle düşünüldüğünde) kısa sayılabilecek bir süreçte insanlar neden desteğini çekmeye başladı? Ve neden bu korku, sinmeye değil de tepkiye dönüştü? Aslında Türkiye’de, kokteyl problemler diyebileceğimiz veya domino taşı etkisiyle oluşan silsileli problemler diyebileceğimiz bir durum oluştu. Zannediyorum ilk taşı deviren ve diğer durumları da görünür hale getiren tetikleyici etken- sebep ekonomik kriz oldu. Alparslan Kuytul Hocamızın, henüz böyle bir kriz yokken, çok vurgulu ve de açık bir üslupla dile getirdiği ‘bu halk cebine dokunulmadıkça uyanmayacak! Kuyrukları gören halk desteğini çekecektir! ’ sözleri, pratik anlamda yaşanmaya başlandı. Hani bir insana bir konuda kızdığınızda onun daha önceki hataları da aklınıza üşüşür ya. İşte olan durum buna benziyor. Yani ekonomik kriz, adalet krizini, siyasilerin israfla dolu lüks yaşantısını, ehliyet ve liyakat ölçütüyle değil de akrabalık ve yandaşlık ölçütüyle koltukların istila edilmesi durumunu, iktidarı uyaran- uyarmayan tüm İslami kesime dönük baskı ve alttan alta yok etme projelerini görünür hale getirmeye başladı. On binlerce insanın hapishanelere doldurulmasıyla yüzbinlerce insan etkilendi. Ancak bu etkilenme efsunlanan halkı ve dahi din sosuyla (dinin kendisiyle değil. Çünkü dinin kendisi afyon değil katalizördür) afyonlanan halkı ‘ne oluyoruz; nereye götürülüyoruz’ diyerek titretip kendine getirmedi. Ancak ekonomik kriz, tanzim kuyrukları, anormal fiyat artışları, milyonlarca insanı, hızlı sayılabilecek bir süre içerisinde etkiledi ve ilk taşın devrilmesini sağlayan etken- sebep, ekonomi oldu.

AKP özelinden yola çıkarak Türkiye’nin son 20 yılının İslamcılık açısından analizini yapan birçok aydın-yazar, aslında objektif ve reel analizler yapmıyorlar veya yapmak istemiyorlar. Parti- cemaat kavgasıyla beraber birçok aydın, İslamcılık üzerine yazılar yazmaya ve yayınlar yapmaya başladı. ‘İslamcılık büyüsünü kaybetti; İslamcılık bitti; İslamcılar kaybetti’ yorumları yapılmaya başlandı. İslamcılar ise bu yorumların altında ezilmeye, ümitsizleşmeye başladı; en iyileri savunmaya geçme çabasına girdi.2 Oysa bu analiz her tarafı problemli bir analizdi. Söz konusu yapıları tanımlamalar ve onlara verilen sıfatlar yanlış olunca, analizler ve değerlendirmeler de yanlış yapıldı. Hiçbir zaman İslamcı olmayan bir parti ‘İslamcı’ olarak vasıflandırılınca, onun hataları İslam’a mal edildi; onun yıldızının sönmesi İslamcılığın yıldızının sönmesi olarak değerlendirildi; onun yenilgisi İslamcılığın ve İslamcıların yenilgisi olarak gösterilmeye çalışıldı. Tüm bu analizlerde, şayet İslamcılığa ve İslamcılara dair, kavram yollu yönlendirme veya kerih gösterme çabası yoksa, ya AKP tam olarak tanınamadı ya da İslamcılık tam olarak anlaşılmamıştı.

Peki İslamcılık nedir? Hatırlayalım. İslamcılık İslam’a ve İslam’ın tüm ideallerine sahip çıkan, bu idealleri Kur’an- sünnet çizgisinden sapmayarak hâkim kılmaya çalışan Müslümanlara verilen sıfattır. Şimdi bu tanımlama ışığında değerlendirdiğimizde AKP İslamcı mıdır? Veya soruyu tersten soracak olursak: Laikliği tavsiye edenler, cemaatleri bitirme operasyonları yapanlar İslamcı olabilir mi? ‘İslam’ı 14-15 asır önceki hükümleriyle uygulayamazsınız’ diyenler İslamcı olabilir mi? Kendi dönemlerinde açtıkları içki fabrikalarının sayısıyla övünenler; İzmir’in şarabını dünya markası yapacağız diyenler ve onlara seslerini çıkarmayanlar İslamcı olabilir mi? Avrupa Birliğine girmek için zinayı suç olmaktan çıkaranlar İslamcı olabilir mi? Amerika’nın Irak’ı İncirlik’ten kalkan uçaklarla bombalamasına izin verenler İslamcı olabilir mi? Ve aleni, vurgulu ve defaatle İslamcı olmadığını vurgulayan bir parti İslamcı olabilir mi? Daha çoğaltabileceğimiz İslam ve onun ideallerine uymayan yüzlerce söylem ve eylemden yola çıkarak bir değerlendirme yapıldığında AKP’nin İslamcı olmadığı aşikâre görülecektir. Peki, AKP’ yi nasıl tanımlayabiliriz? AKP, özellikle kurulduğu ilk yıllarda İslami figürleri, motifleri iyi kullanan, halkın dini hassasiyetlerini dikkate alan, başörtüsü gibi görünür bazı dini unsurları önemsediğini vurgulayan, aslında dini siyasete araç kılan bir anlayışa sahiptir.

Dolayısıyla İslamcı olmayan bir partinin yaptığı yanlışlar İslam’a ve gerçek İslamcılara mal edilemez. Genelde tüm Ortadoğu’da özelde de Türkiye’de son 100 yıldır İSLAM HÂKİM DEĞİLDİR! Kimse yalan söylemesin! Kimse İslami kesimi aptal yerine koymaya kalkışmasın! Türkiye’de 100 yıldır hâkim olan ideoloji, SEKÜLER-MİLLİYETÇİ ideolojidir. İşte bu seküler sistem, son 20 yıldır da3  ılımlı İslam sosuyla halkın desteğini kazanmaktadır. Esasında bu şekilde, bir taşla 2 kuş vurmuşlardır. Sistemi İslam soslu parti yoluyla destekletme, İslam soslu partinin yanlışlarını da İslam’ın/İslamcılığın yanlışları olduğuna inandırma. Bu durumda 2 sonuç ortaya çıktı: 1- Laik sistem İslami kesime benimsetildi 2- İslam’ın gelmesinin hiçbir şeyi düzeltemeyeceğine ve İslam’ın bu çağda uygulanamaz olduğuna inandırma.

Birileri, AKP’nin yıpranması belli bir kıvama getirildikten sonra, şimdi halkın karşısına 2 seçenek dayatıyor. Birisi, ekonomik kriz yaşatan, yargıyı siyasetin sopasına dönüştüren, dini söylemleri samimiyetsiz bulunan ve envai çeşit siyasal konuda hatalar yapmış, yıpranmış bir sağcı parti, diğeri ise, yeni yüzlerle, yine İslam soslu söylemlerle, dürüstlüğü, şeffaflığı, kalkınmayı, adaleti vadeden bir solcu parti... Peki bu maya yani solculuk mayası bu halkta tutar mı? Yani halk sola destek verir mi, solcu olur mu? ‘Olmaz olmaz deme; olur olur’ sözü zannediyorum olabilirliği yeterince anlatıyor.  Yani solculuğa İslam sosu dökerseniz, bal gibi olur. Sosla kandırılan halk, sos biter ve sosyalizm zokasını da yutar; tıpkı yıllardır sağcılık zokasını yuttuğu gibi... Yakında ‘antikapitalist müslüman’ vs. gibi tabirleri daha sık duyacağımızı tahmin ediyorum.

 Hasılı kelam diyoruz ki: Savrulmayalım! Bir sağa bir sola savrulmayalım! Biz hiçbiri değiliz; biz ne sağcı ne solcuyuz; biz İslamcıyız! Her savrulmamız 25 yılımızı götürüyor; savrulmayalım! Denize düşmüş olsak bile yılana sarılmayalım! Bizi kurtaracak olan biziz, bizim değerlerimiz, bizim yöntemimiz. İslam’ın orijinal yöntemine, peygamberimizin gittiği yola uyalım, gayrı İslami yollardan ve İslam motifli kahramanlardan medet umarak savrulmayalım! Güç, enerji, ümit, zaman, nesil kayıpları gibi devasa kayıplar yaşamayalım!

1.'Bize oy veren berat belgesini alır' gibi sözler İslami değil tam tersi samimiyetsiz bulunarak ters tepti.   

2. Bu noktada Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin savunmadan öte bir taarruza geçtiğini görüyoruz. “İslamcılık bitti” iddialarıyla ilgili tartışmalar başladığında “İslam bitmedikçe İslamcılık bitmez!” vurgusunu yaptığı konuşmasıyla tüm bu iddiaları yüksek perdeden reddetti.

3. Ilımlı İslamcı söylemlerde buluna partiler daha önce de olmuştur ancak, proje hali son 20 yıldır.

Paylaş:  
Rumeysa SARISAÇLI
Rumeysa SARISAÇLI
21 Aralık 1973 yılında Adana’nın Kozan ilçesinde doğdu İlk ve orta öğrenimini Kozan’da tamamladıLise tahsilini Adanada gördü Yatılı olarak Laboratuvar bölümünü bitirdi Ardından Laboratuvar Yüksek Okulu ve Sosyoloji Fakültesini okudu Laborant olarak memuriyet hayatına başlayan Hocahanım’ın 28 Şubat süreciyle birlikte sürgünler ve soruşturmalar neticesinde devlet memurluğu görevine son verildi O ...
Yazar Sayfasına Git