İnsanı Harekete Geçiren Etkenler -7

Yazar: Alparslan Kuytul Hocaefendi Tarih: 18 Şub 2015

Allah celle celâluhu’ya hamd, Resulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e Sâlât-u Selam ve zulme boyun eğmeyip mücadele eden kardeşlerime selam olsun.

Kıymetli kardeşlerim! Bildiğiniz gibi daha önce insanı harekete geçiren etkenlerden (mûharrikun) beş tanesini anlatmıştım. Bunlar: “1- Ümit, 2- Aşk, 3- Kutsiyet, 4- Ahirete Kuvvetle İman, 5- Davanın Haklılığından Mutmain Olmak” idi. Bu sayıda Furkan İlim ve Hizmet Derneği Sincan Temsilciliği’nin mühürlenmesi sebebiyle duruma uygun altıncı muharrik ile konuya devam etmek istiyorum.

6- Zulme Uğramak:

Tarih boyunca haksızlığa veya zulme uğrayanlar buna karşı harekete geçmiş ve mücadele etmiştir. O halde zulme uğramak insanı harekete geçiren bir muharrik görevi görmektedir. Toplumlar bazen görevini yapmayıp pasifleştiklerinden bazen de sağlamlaştırılmaları ve güçlendirilmeleri için haksızlığa ve zulme uğramalarına Allah azze ve celle tarafından müsaade edilir. Çünkü başka türlü uyanma ihtimalleri kalmamıştır. Birinci Dünya Savaşında Müslümanların büyük bir zulme uğramasına müsaade edilmesinin hikmetlerinden biri de budur. Bu bir yönüyle cezalandırma olsa da diğer yönden Allah’ın rahmetidir. Böylece tembeller harekete geçer, zayıflar sağlamlaşır, cesaretsizler cesurlaşır, insanlar sabrı, Allah’a tevekkülü ve O’na teslimiyeti öğrenir ve daha fazla Allah’a yönelir. Birinci Dünya Savaşından sonra parçalanmış ve perişan bir hale düşmüş olan Ümmet-i Muhammed’in yeniden canlanmaya başlaması ve her tarafta zulüm ve Batı karşıtı İslamî hareketlerin zuhur etmesi bunun delilidir. Spor salonlarının konferanslarımız için bize verilmemesi ve Sincan Temsilciliği’nin mühürlenmesi birçok kardeşimizi harekete geçirdiği, mücadele ruhunu kazandırdığı, ihlasını ve cemaate bağlılığını kuvvetlendirdiği gibi…

Zulme uğrayanlar eğer zulme karşı koymazlar ve mücadele etmezlerse bu güzelliklerin hiçbiri gerçekleşmediği gibi aynı zamanda daha da pasifleşir, korkaklaşır, ümitsizleşir ve biterler. O halde zulme uğramak zulme karşı koyan cesurlar için bir muharrik görevi görürken korkak ve tembeller için tam aksine daha da pasifleştirici ve bitirici olmaktadır. İsrailoğulları Firavun’a karşı mücadele verselerdi şahsiyetleri gelişecek ve köle ruhlu olmayacaklardı.

Allah azze ve celle herkesi hürriyete âşık olarak yaratır ama sonra onları diktatörler veya kendi nefisleri esir alır. Davasını omuzlama görevi vereceği kimseleri hür olarak yetiştirir sonra onları görevlendirir. Allah, hür bir fıtrata sahip olmayanlara, zulme karşı koyamayacak olanlara, köle ruhlu olanlara davasını teslim etmez. Esir ruhlu toplumlar bir takım hadiselerle Allah tarafından o esir psikolojisinden kurtarılmaya çalışılır. Allah bir takım olaylar yaratır ve bu şekilde onlara şahsiyet kazandırır. Her bir musibet böyle değerlendirilmelidir. Kur’an-ı Kerim, imtihanlara sokulacağımızı bize yemin ederek söyler:

“Yemin olsun ki biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele.” Korkulu günler geçireceksiniz, ‘ne olacak?’ diyeceksiniz. Hatta “metê nasrullah” Allah’ın yardımı ne zaman?” diyenler olacak. Bu şekilde olgunlaşacaksınız, kâmilleşeceksiniz. Zorluklara alışacaksınız, dik durmayı öğreneceksiniz, cesaret kazanacaksınız. Demek ki olaylar insana cesaret kazandırıyor. Allah, gelecek nesillere güzel bir miras bırakmak istediğinde insanları böyle yetiştirir. Onlar gelecek nesiller için kuvvet kaynağı olurlar.

Eğer Allah Teâlâ bizi örnek kılmak isterse, dik durmamızla, cesaretimizle, sabrımızla,  Allah’a tevekkülümüzle, teslimiyetimizle, bunun için de bir takım musibetlerle karşılaştırırsa bu bizim için şereftir. Hem bizi yükseltmek istiyor demektir. Hem günahlarımızın cezasının ahirete kalmaması içindir. Hem irademizi güçlendirmek hem başkalarına örnek yapmak istediğindendir. İlim ve maneviyat sahibi insanların olması cemaat için bir güç olduğu gibi çilekeş insanların olması da cemaat için bir güçtür. Ne kadar zorluklarla karşılaşan insanımız varsa cemaat o kadar güçlü olur, sağlam olur. Ağaçların kökleri neden sağlamdır, rüzgârlara karşı koymak zorunda oldukları için…  Cemaat de öyledir, yeter ki o rüzgâr, o zulüm sizi devirmesin, devrilirseniz bitersiniz. Dik durursanız daha da güçlenirsiniz. Belinizi kırmayan musibetler size güç katar.

Kendilerini güçlü zannedenler de bir gün hiç olduklarını anlarlar. Şu anda yetki elimizde istediğimizi yaparız diye düşünüyorlar. İnsan hiç olduğunu anlamadan makama gelirse güç ve kuvvet eline geçtiğinde şımaracaktır. İnsanın ilmî ve manevî eğitime, hiç olduğunu anlamaya ihtiyacı var, spermden yaratıldığını ve aciz olduğunu unutmamaya ihtiyacı var. Güç ve kuvvet elinde olduğunda o gücün kıla bağlı olduğunu bilmeye ihtiyacı var, Allah’ı hiçbir zaman unutmamaya, mazlumların arkasında Allah’ın olduğunu unutmamaya ihtiyacı var.

Kur’an-ı Kerim bizi daha evvelden ikaz ediyor, kolay gösterip zor bir işe sokmuyor. Ben de size söylüyorum; “Yolumuz güllük gülistanlık değildir. Yolumuz çile yoludur. Sadece hizmetin sıkıntıları değil ayrıca kâfirlerle ve münafıklarla karşı karşıya kalacaksınız. Bazen de kendini kaybetmiş, aldatılmış, basireti kapanmış, dostunu düşmanını tanıyamaz hale gelmiş, başka istikametlere sevk edilmiş Müslüman kardeşlerinizden de darbe yiyebilirsiniz. Musibetler insanı Allah’a yaklaştırır. Eğer hiçbir imtihana sokulmuyorsanız ‘bu işte bir yanlışlık var’ demelisiniz. Her zaman Allah’a tevekkül edip yolunuza devam edeceksiniz. Zulümler sizin için bir muharrik olmalıdır.

Kur’an buyurur: “Müminlere insanlar sizin için ordu topladı üzerinize gelecekler, korkun onlardan denildiğinde, imanları daha da kuvvetlenir.” Üzerinize gelecekler, daha büyük olaylar olacak ne yapacaksınız, siz zayıfsınız, onlar çok güçlü denildiği zaman “fezâdehum îmânen” onların imanları daha da artar ve derler ki: “Hasbunallah ve Ni’me’l Vekîl” “Allah bize yeter o ne güzel vekildir.”, “Ni’me’l-mevlê ve ni’me’l-nasîr” ne güzel Mevla, ne güzel bir yardımcıdır. Allah azze ve celle bize böylelerini örnek olarak veriyor, korkakları değil. Korkaklar hiçbir zaman insanlara örnek olmamıştır. Korkaklar hiçbir zaman bir şeyleri değiştirememiştir. Korkaklar hiçbir zaman yeryüzündeki güzel şeylerin mimarı olmamıştır, olmayacaktır da. Güzelliklerin de kötülüklerin de mimarları cesurlardır. Müslümanlar kâfirlerden daha cesur olmalı değil mi? Müslümanlar zalimler ve basiretsizler kadar da cesur olmayacak mı?

Allah bize Hz İbrahim’i misal veriyor: “Hz İbrahim: Nasıl korkarım ben sizin Allah’a ortak koştuklarınızdan, nasıl korkarım ben sizden, siz Allah’tan bile korkmazken…” Siz kâfir olmaktan, zalim olmaktan korkmazken, ben sizden nasıl korkarım? Hud (as) ve bazı peygamberler de şöyle söylediler: “İstediğinizi yapın, ben de yapacağım yapacağımı” Allah bize bunları örnek veriyor. Sonuçta Allah’ın yardımı geldi ve Allah taraftarları galip geldiler.

Bugün bu olayla alakalı Kur’an’ı şöyle bir açtım. Sağda en üstte “ase rabbukum en yerhameküm” buyuruyor: “Rabbinizin size merhamet etmesi yakındır.” Rabbinizin yardımı yakındır. Sabır gösterin, zulüm hiçbir zaman uzun sürmemiştir. Zulmün bizi kuvvetlendireceğini, zulmün sabrımızı genişleteceğini bilin. Yardım etmek Allah’ın sünnetidir ve Allah’ın sünnetinde bir değişiklik bulamazsınız. Her zaman yardım etmiştir, edecektir.

Allah azze ve celle kullarını pişirmek ister. Yunus Emre’nin dediği gibi:  “Hamdım, piştim, yandım.” Hamlarımız pişecek, pişkinlerimiz de yanacaklar. Bir cemaatte ne kadar pişmiş ve yanmış insan varsa, o cemaat o kadar güçlüdür ve böyle insanlar yağmur ormanlarına benzer, rahmeti çekerler. Allah onların hatırına cemaate rahmetiyle muamele eder.

Cemaatte ne kadar cesur, ne kadar fedakâr, ne kadar ihlâslı, ne kadar çilekeş, ne kadar muttaki insan varsa rahmet de o kadardır. Allah’ın rahmetinin bunlara bağlı olduğunu bilirsek daha çok tevekkül edebilir, daha çok teslimiyet gösterebilir ve daha fazla sabredebiliriz.

Bu hadiseler insana yalnız Allah’a dayanmayı ve tevekkülü öğretiyor. Bu güzel bir şey. Böyle olaylarda insan kendini zayıf hissediyor. ‘Keşke arkam olsaydı, keşke tanıdığım bir vali olsaydı’ ya da ‘Bir bakanı tanısaydım’ diyesiniz geliyor. Hz. Lut da öyle söylemişti: “Ah! Keşke arkam olsaydı. Keşke bir aşiretim olsaydı. Keşke arkamda güçlüler olsaydı.” Peygamberimiz diyor ki; “Allah Lut’a rahmet eylesin. Hâlbuki arkasında Allah vardı. Nasıl olur da bunu unutur?” Elbette ki arkası vardı, hem de kâinatın padişahıydı. Sırtınızı ona dayamış olmanın rahatı ve güveni içinde olacaksınız. Arkanızda Allah olduğunu hiçbir zaman unutmayacaksınız.

Ben dava kardeşlerimin Hz. Hüseyin’in yanındakiler gibi dik duracağına inanıyorum. Kûfeliler gibi olmayacaklarına inanıyorum. İman kendisine tattırılmış olanların artık bir daha geri dönmesi diye bir şey söz konusu olamaz. Bir tane şube değil, bütün şubeleri de kapatsalar, evlerde, mescitlerde, mahzenlerde, hücrelerde devam edeceğiz. Her yer bizim için hizmet mekânıdır. Müslüman kabre girdiği zaman kabir bile onun için cennet olur. Hapse girdiği zaman hapis onun için Medrese-i Yusufiyye olur. Müslüman başına musibet geldiği zaman da kazanır. Çünkü o her yaptığını Allah için yapmaktadır.

Bunun hesabını yapmayanlar, gözdağı vermeye çalışanlar, “böyle konuşmaya devam ederseniz diğer şubelerinizi de kapatırız” demeye getirenler, “Düğün salonlarında da konferans yapmanıza müsaade etmeyiz” demek isteyenler bilsinler ki; biz bu davaya camilerde başladık, evlerde başladık, bisikletle başladık, mobiletle başladık. Hiçbir zaman da geri adım atmadık, bundan sonra da geri adım atacak değiliz. Gözdağı kime verilir? Allah’a güvenmeyene, Allah’a tevekkülü anlamamış olana gözdağı verirsiniz, gemisini yakmamış adama gözdağı verirsiniz, teslimiyeti anlamamışlara, “Hasbunallah” demeyi öğrenmemişlere gözdağı verirsiniz. “İnnê lilleh ve innê ileyhi raciun” demesini öğrenmemiş adama gözdağı verirsiniz. Bunları bilen adama hiç kimse gözdağı veremez.

28 Ocak 2015 Çarşamba günü geliyorlar. Bir iki fotoğraf çekiyorlar. 5-6 tane ortaokul çağındaki çocuk. Orada kendi kendilerine Kur’an okuyorlar. “Burada ne yapıyorsunuz” dedikleri zaman “Kur’an okuyoruz” diyorlar. “Siz burada mı kalıyorsunuz” diye soruyorlar. Elbette orda kalınmıyor. Orası otel mi? Yurt mu? Dernekte kalınır mı? Belki bir geceliğine program uzamış, kalmış olabilirler. Onu bahane ediyorlar. “Burada kalınıyor” diyorlar. “Küçük çocuklara dini eğitim veriliyor” diyorlar. 6 Şubat Cuma günü mesai bitiminden sonra saat 18.00’de belgeleri imzalatıyorlar. Bu şekilde nereye varacaklarını sanıyorlar. Sizden evvel sizden çok daha şedid zalimler geldi. Tarih zalimlerle dolu. Nereye vardılar? Bu milletin camileri ahıra da çevrildi. Bu milletin kızları 19 Mayıs bayramlarında törenlere açık saçık çıkartıldı. Şapka giymeyenler idam edildi. Sonunda İslam yeniden her taraftan filizlenmedi mi? Zulmünüzün sonsuza kadar devam edeceğini mi düşünüyorsunuz.

Suç nedir? Suç orada çocuklara Kur’an öğretilmesi mi? gönderilen yazıda tabi bunlar yazılmıyor. “Çocuklar orda Kur’an okuyordu, o yüzden kapatacağız” demiyor. Öyle derler mi? Hatırlayın! Subayları, astsubayları namaz kıldığı için, karısı başörtülü olduğu için ordudan atıyorlardı. Ama Yüksek Askeri şûrâda “disiplinsizlik yaptı” diyorlardı. “Namaz kıldığı için, karısı başörtülü olduğu için attık” derler mi? Tarihe ve resmî kayıtlara disiplinsizlik olarak geçsin istiyorlardı. Şimdi bize de aynısını yapıyorlar. “26. Maddeden dolayı mühürlüyoruz.” demişler. Tebliğ belgesine 26. Maddenin bir kısmını koymuşlar. Neymiş 26. Madde: “Dernek gibi bir takım kuruluşların lokal olarak kullanılması ve bu lokallerde içki içilmesi izne tabidir. İzin alınmadan böyle yapıldığı için, kurallara uyulmadığından derneğin kapatılmasına…” diyor.” Allah yalancının belasını versin mi? Bizim derneğimizde içki mi gördünüz? Allah’tan korkmaz adamlar. Bizim derneğimizde hiç içki olur mu? Bu nasıl bir iftiradır. Oldu olacak bir yere porno film de koysaydınız, bir yere silah da bıraksaydınız, bir tarafına da esrar-eroin koysaydınız. Nasılsa Allah’tan korkunuz yok! Siz geldiğinizde orada içki mi içiliyordu? Orda Kur’an okunuyordu. Tebliğ belgesine 26. Maddenin o kısmını koyuyorlar ki yarın mahkemeye verdiğiniz zaman, onu okuyan hâkim; “Siz orda içki mi içiyordunuz, bir de hocasınız, utanın be!” desin. Onu okuyan kim olursa olsun, ister avukat, ister hâkim, ister normal vatandaş: “Siz dernekte içki mi içtiniz, orda içki satışı mı yaptınız, orayı lokale mi çevirdiniz?” der ve bunu böyle anlar. Bizi böyle tanıtmak istiyor ve bu kadar adice iftira atıyorlar. Birçok insan şahit, çocuklar şahit, oradaki esnaf şahit. Bu kadar adice bir iftira olur mu?

Bir güç bizim büyümemizden rahatsız oluyor? Geçen sene en son yaptığımız Ankara konferansını hatırlayın. Atatürk Spor Salonunda, o kocaman salonda… O salonu ancak büyük partiler doldurabiliyor. Allah’ın yardımıyla biz de o salonu tıklım tıklım doldurmuştuk. Adana, Ankara, İstanbul konferanslarını gördükten sonra korkmaya başladılar. Yetkililerden bu işleri bilen birinin ifadesi ile “45 tane vakıf ve dernek birleşiyor, böyle salonları dolduramıyor, siz tek başınıza dolduruyorsunuz. İşte bütün mesele bu” demişti. Bütün mesele hareketin büyümesi. Artık bu mızrak çuvala sığmıyor ve bu hareket tevhidi anlatıyor. Bu hareket İslam Medeniyeti’ni savunuyor. İşte bütün mesele hareketin tevhidi bir hareket olması, tevhidi anlatması. Bu hareket Allah’ın dünyasında Allah’ın dediği olsun diyen bir harekettir.

Bizim hareketimiz sadece fakirlere yardım paketi dağıtan bir hareket değildir. Bizim konferanslarımız da kültürel bir faaliyet değil, tevhidin anlatıldığı konferanslardır. Onlar bundan rahatsız oluyor. Sadece insanî yardım veya kültürel faaliyetler yapsaydık bizi başlarında gezdirirlerdi. İslam düşmanları tevhidi anlatmamızdan ve büyümemizden rahatsız. Hükümete gelince, onlar da kendilerine yönelttiğimiz bir takım meselelerdeki tenkitlerimizden rahatsız. Irak politikalarını tenkit ettik. Suriye politikalarını tenkit ettik. Her iki meselede de haklı çıkmadık mı? Laikliği tavsiye ettiler, tenkit ettik, haklıyız. Bir Müslüman laikliği tavsiye edemez! Bunları elbette ki tenkit ederiz, etmeye de devam edeceğiz. Bu sebeple bize karşı ikisi birleştiler.

Hükümet şunu bilsin ki; bu sadece bize yapılanla kalmayacak. Sonunda bu işin ucu kendilerine dayanacak. Bindiğiniz dalı kestiriyorlar. 24 saat paralel paralel deyip duruyorsunuz. Sizi başka hiçbir şey göremez hale getirdiler. Sizi daima kışkırtıyorlar. Sizi polis devleti olmaya sevk ediyorlar. Hiçbir hak hukuk dinlemez oldunuz. Salonları bize vermiyorsunuz, hiçbir açıklama da yapmıyorsunuz. Gelip şubeleri kapatıyorsunuz. Darbe dönemlerini andıracak hareketler yapıyorsunuz. Sizi bu şekilde birileri sevk ediyor. Bir tane dostunuz kalmayacak. Sonra sizi yiyecekler. Paralel dediklerinizin yerine getirdikleriniz paralel değil mi? Onlar 90 yıllık tecrübeli paraleller... Asıl onlar sizin kuyunuzu kazıyorlar, ruhunuz duymuyor.

Hiçbir zaman zulüm devam etmemiştir. Bu elbette bir gün son bulacak ve bu hükümet böyle davrandığı müddetçe en az % 5, belki % 10 oy kaybedecek. Bu davranışlarından tevbe etmedikleri, kendilerine kumpas hazırlayanların kumpasını anlamadıkları takdirde, Müslümanları böyle kırdıkları müddetçe Allah azze ve celle tokadı vuracak. Şefkat tokadı mı olur, zecir tokadı mı olur, azap tokadı mı olur? bilmiyorum ama mutlaka bir tokat yiyecekler. Çok şımarık davranıyorlar, rakibimiz yok diye düşünüyorlar. Senin rakibin kim biliyor musun? Kibirlendiğin zaman rakibin, hasmın Allah olur. Sen daha bunu anlamamışsın. Anlamıyorlarsa yakında anlayacaklar. Öyle olaylarla karşı karşıya kalacaklar ki: Ne yapsalar olmayacak, ne yapacaklarını şaşıracaklar. Tekrar Müslümanlara sığınmak, onların kalplerini yeniden kazanmak zorunda kalacaklar.

Eğer Allah bu cemaate bir vazife verdiyse kimse bunu durduramayacak. Allah sancağı bu cemaate teslim etmek isterse hiç kimse o sancağı elimizden alamayacak. Samimiyetine can-ı gönülden inandığım bir kardeşimiz sâdıka rüyada Hz Ebu Bekir (ra)’in Medine’de bu sancağı bize teslim ettiğini görmüştü. Allah bu sancağı bize teslim ettiyse hiç kimse elimizden alamaz. Yapılan haksızlıklar sadece bize güç verecek ve biz bu darbelerle biiznillah yıkılmayacağız ve sırtımızı yere getiremeyecekler. Belimizi kırmayan bu darbe bizi daha da güçlendirecek ve yakında güneş tekrar açacak ve o zaman herkes bizi hayırla anacak.

Bir şubenin kapatılması bir şey değil. Daha zor günler bekliyor Müslümanları. Ben bunu bilerek bu yola girdim. Size de bunları sürekli anlatıyorum. Ben sizi toz pembe bir hayata davet etmedim, ben sizi şerefli ama zor ve dikenli bir yola davet ettim. Siz de bunu bilerek bu yola girdiniz. Bu yolda engellerle mücadele etmek ve gerekirse ölmek bizim için şereftir. Başlarımız bu şekilde değer kazanacaktır.

Bütün şubeler, bütün kardeşlerimiz, bizi sevenler, kendilerini bu şekilde tanımlayanlar hepsi bu gibi olaylara hazır olsunlar, cesur olsunlar, dik dursunlar ve Allah’a tevekkül etsinler. “Hasbunallah ve ni’me’l-vekil. ni’me’l-mevla  ve ni’me’n-nasîr. İnnê lillahi ve innê ileyhi râcıûn.” deyip yollarına devam etsinler. Allah’a emanet olun.

Paylaş:  
Alparslan Kuytul Hocaefendi
Alparslan Kuytul Hocaefendi
Alparslan Kuytul Hocaefendi 1965 yılında Adana’da dünyaya geldi Ailesi ve çevresinden aldığı dini eğitim ve terbiye ile İslam’ı seven bir çocuk olarak yetişti Henüz ortaokul tahsili esnasında dinini öğrenme ve anlatma gayreti içerisindeydi Lise yıllarına geldiğinde milletinin içerisinde bulunduğu durumu onu daha çok çalışmaya ve İslam’ı tebliğ etmeye yöneltti Yaptığı ...
Yazar Sayfasına Git