Alparslan Hoca, Viral Olan Videosu Hakkında Furkan Haber'e Özel Röportaj Verdi!

Alparslan Hoca, geçen hafta yaklaşık 2 milyon izlenen konuşmasında, Adalet Bakanı'nın: "Adalet yerini bulsun isterse kıyamet kopsun!" açıklaması üzerine yaptığı sert çıkış hakkında Furkan Haber'e önemli değerlendirmelerde bulundu.

Alparslan Hoca, Viral Olan Videosu Hakkında Furkan Haber'e Özel Röportaj Verdi!
18 Kas 2020 19:45:24

Furkan Haber'in: "Adalet Bakanı Abdülhamit Gül'ün: “Yargı Reformu” ile ilgili açıklamasına yönelik yaptığınız konuşma kısa sürede milyonlarca kişi tarafından izlenerek sosyal medyanın gündeminde oturdu. Cesaretli konuşmalarınızı ve dik duruşunuzu takdir eden binlerce yorum yapıldı. Bu şekilde sert eleştirinizin nedeni nedir?" sorusunu detaylı bir cevap veren Alparslan Kuytul Hoca:

"Zulüm Yüksek Tonda Eleştirilirse Hızla Azalır. Zulüm eleştirildikçe azalır. Zulme karşı sustukça zulüm çoğalır. Herkes şunu anlayabilir; mesela bu memlekette 100 bin kişi yüksek tonda zulmü lanetleseydi, 100 bin kişi buna benzer açıklamalar yapsaydı, zalimler bu kadar pervasızca zulüm yapabilirler miydi?" diyerek şu ifadeleri kaydetti:

'Sertleşmiş Kalpler Ancak Sert Sözlerle Uyarılır'

"Kalın kütükler ancak keskin baltayla yontulur. Sertleşmiş taşlar ancak balyozla kırılır. Sertleşmiş kalpler ancak sert sözlerle uyarılır. Bir taraftan o sertleşmiş kalpleri başka türlü uyarmak mümkün olmadığı gibi bir taraftan da ciğeri yanmış birçok insan hatta yüzbinlerce insan var.

Sıcak suyu soğuk su ılıtır. Bu insanların birçok görüşten yürekleri yanmış, belki bir kısmı İslami camiadan, bir kısmı sosyalist camiadan, başka camialardan da olabilir. Birçok insan aslında yüreği yanmış, ciğeri yanmış vaziyettedir ve bu yürekleri soğutmak, çok soğuk su ile olur. Mazlumlar sustukça zalimler azgınlaşır. Mazlumlar, hangi görüşten olursa olsun baştan itibaren susmamalıydılar. Zulme uğrayanlar bağırmalıdırlar. Zulme uğrayan mazlumlar bağırmadı, ben onların namına bağırdım.

‘Ben Bu Dünyada Bedel Ödemeyi Tercih Ettim’

Hakkı yaymak, bedel ödemeyi göze almak ile mümkündür. Aynı şekilde zulme engel olmak da yine bedel ödemeyi göze almakla mümkün olabilir. Zulme karşı susmanın bir vebali vardır. Bu vebali kaldırabileceğine inananlar susmaya devam etsinler. Hakkı söyleyenler bu dünyada, hakkı söyleyemeyenler ahirette bedelini öder. Zulme ve haksızlıklara karşı gelenler bu dünyada bedel öder, karşı gelmeyenler ise ahirette bedel öderler. Ben bu dünyada bedel ödemeyi tercih ettim. Susanlar da herhalde ahirette bedel ödemeyi kabul etmiş demektir. Bir taraftan “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” diyerek edebiyat yaparlar, bir taraftan da bunca haksızlık ve zulüm olurken hepsine susuyorlar. 

Amerika Irak’ı işgal etti, milyonlarca Müslümanı öldürürken sustular ve “İdarecilerimizin mutlaka bildiği bir şey vardır” dediler. Suriye bu hale getirilirken sustular, başka görüşte olan insanlara zulüm yapılırken sustular. Namaz kılan insanlara zulüm yapılırken sustular, kuru ile yaş beraber yakıldı yine sustular. Bizim İslami camia susmaya çok fena alışmış, kendilerini kurtarmak için güçlüler ile karşı karşıya gelmemeyi marifet biliyorlar. Hâlbuki “Kömürü kurtarmak için elmas feda edilmez.” Biz kömürüz, İslam'ın hakikatleri ise elmastır. Kur'an'ın her bir hakikati elmastır. Kendimizi kurtarmak için, rahat yaşayabilmek için, Kur'an'ın elmas gibi hakikatlerini feda edemeyiz. Hakikati söylemeyenler, kendini düşünenler, kömür için elması feda edenlerdir. Bu şekilde İslam’ı feda etmiş oluyorlar. İslam’ı feda edeceğimize kendimizi feda edelim. Çünkü İslam bizden değerlidir.

‘Zulme Karşı Mücadele Etmek Vazifemizdir’

İslami kimliğe sahip olup zulüm yapanları ve zulme sessiz kalanları görenler İslam’dan soğuyor, nefret etmeye başlıyor. Bunu durdurmak için gerekirse sert konuşmak lazımdır. 

İslam'a göre doğru iki çeşittir, tek çeşit değildir. İslam'a göre doğru; bir İslam'ın emrettiği veya tavsiye ettiği şeyleri yapmak veya anlatmak doğruyu yapmaktır. Bir de İslam'ın yasakladığı şeyleri engellemeye çalışmak, onunla mücadele etmektir. Her ikisi de doğru sınıfındandır. Doğru sadece İslam'ın emirlerini veya tavsiyelerini anlatmak değildir. 

Tarih boyunca özellikle hocalar “Bize düşen İslam'ın doğrularını anlatmaktır” dediler, ekseriyetle de zulme ve zalimlere sessiz kaldılar. Aslında korkuyorlardı ve “korkuyorum” diyemiyorlardı. “Bize düşen vazife, doğruları söylemektir” diyorlardı. Bizim tek vazifemiz, İslam'ın emir ve tavsiyelerini anlatmak değildir. İslam'ın yasakladığı şeylerin yanlış olduğunu anlatmak da gerekir. Mesela zulüm haramdır ve İslam'ın yasakladığı bir şeydir. Zulme karşı mücadele etmek vazifemizdir.

Bugüne kadar bunca haramlara ve yanlışlara sessiz kalanlar; bugün benim sert konuşmalarından rahatsız oluyorlarsa kendilerini sorgulamalıdırlar ve benim sert konuşmamdan rahatsız olanlar; yapılan bunca haramlara ses çıkarmadınız, beni eleştirdiğiniz gibi o haramları eleştiremediniz. Benden size zarar gelmez, diye düşünüyor ve rahat rahat eleştiriyorsunuz da o yetkililer nice zulümler yapıyor, nice haramlara imza atıyorlar, o zulmeden yetkililerden size zarar gelir korkusuyla onları hiç eleştiremiyorsunuz.

Bir küçük fidan düşünün, elbette bu fidana su vermek de lazım, gübre vermek de lazım ama bir de etrafını temizlemek lazım. Fidanın etrafındaki o zakkumları, dikenleri temizlemek gerektiği gibi eğer varsa üzerindeki haşereye karşı ilaç atmak, zehir atmak da gerekir, yoksa o fidan büyüyemez, boğulur. Fidan üzerindeki haşere tarafından yenir ve etrafındaki dikenler, zakkumlar o fidanı boğar ve büyümesine engel olur. Aynı şekilde doğruların, güzelliklerin yayılması kötülüklerle mücadele etmekle olur. O zakkumlarla, o dikenlerle mücadele edilmedikçe; o fidanlar büyüyemezler.

‘Son Yıllarda Yapılan Zulümler Sebebiyle, İslam'ı Bilmeyen Birçok İnsan İslam'dan Soğudu!’

Bu son yıllarda yapılan zulümler sebebiyle, İslam'ı bilmeyen ve İslami bilgisi zayıf olan birçok insan İslam'dan soğudu. Bu insanların İslam'dan soğumaması için -sırf bu maksatla bile olsa- yapılan haksızlıklara sert tavır koymak icap eder. Hiç olmazsa insanlar şunu anlamış olsunlar; demek ki İslam bu yapılanları kabul etmiyor. Zulmü yapan insanlar Müslüman da olabilir ama demek ki yaptıkları şey yanlış, hata İslam'da değil, hata Müslümanlarda ya da hata Müslüman görünümlü insanlar da. Demek ki hata İslam'da değilmiş, demelerini sağlamak için bile olsa bazı insanların, bilhassa hocaların riski göze alması icap eder. Marifet kolay zamanda konuşmak değil zor zamanda konuşmaktır. Marifet riski olmayan konularda konuşmak değil riski göze alarak riskli konularda konuşmaktır.

‘Her Yiğidin Bir Yoğurt Yiyişi Vardır’

Peygamberleri incelediğimizde onların da yeri geldiği zaman çok sert konuştuğunu görüyoruz. Peygamberlerin kullandıkları ifadeler ya da ses tonları belki aynı değildir, belki biraz daha sükûnet içerisinde konuşmuş olabilirler ama bu konudan konuya değişir. Mesela bir müşrik insana, bir putpereste, bir kâfire İslam'ı güzel bir şekilde anlatmak icap eder, bağıra çağıra olmaz. Ama bir zalime yüksek sesle konuşmak gerekir. 

Benim anladığım kadarıyla hocalar konuları karıştırıyor. Bir davetçi olarak konuştuğumuz zaman sükûnet içerisinde konuşmalıyız. Ama bir zulme karşı konuşuyorsak ki, konuşmak zorundayız... O zaman ses tonumuz aynı olamaz. Her yiğidin bir yoğurt yiyişi olduğu gibi, her duruma göre de bir konuşma şekli vardır. Eğer sesinizi yükseltmeniz gereken yerde yükseltmezseniz, gereken tepkiyi göstermiş olmazsınız. Sakin anlatmanız gereken yerde sesinizi yükseltip bağırırsanız, karşıdakinin kalbine bir şey girmez. İkisi de yanlıştır. Yerine göre ses yükselecektir, yerine göre sükûnet hâkim olacaktır. Her duruma göre bir konuşma şekli vardır. Röportajın başında da ettiğim gibi sert taşlar, sert kayalar ancak balyozla kırılır. Kaynamış sular ancak soğuk su ile soğutulur, ılıtılır. Eğer insanların ciğerleri yanmışsa; bunların soğuması sert konuşmayla, yüksek perdeden konuşmakla mümkündür. Eğer bu zulümler yapılmasaydı elbette durduk yere, bağıra çağıra yüksek sesle konuşmanın bir gereği de yok ama böyle bir durum var. 

‘Acıyı Hissedenler Öfkeli Konuşurlar, Öfkemi Ancak Zulme Uğrayanlar Anlar!’

Öfkemin sebebini ancak zulme uğrayanlar anlayabilir. Rahat yaşayanlar, kendisi zulme uğramamış olanlar ya da zulme uğrayanlarının acısını kendi içinde hissetmeyenler öfkemin sebebini anlayamazlar. Ben yazılan yorumlar da aleyhte bir şey görmedim, duymadım. Arkadaşlar bana bir sürü yazılmış yorum getirdiler ve hepsinde de güzel şeyler söylediklerini gördüm. Yani bu açıklamamdan rahatsız olan kim var bilmiyorum ama eğer varsa bunlar ‘ya kendi partilerine zarar geliyor, diye düşündükleri içindir ya da kendilerine, insanlar “siz niye böyle konuşmuyorsunuz” dedikleri içindir.’ Bu sebeple zor duruma düşüyorlardır herhalde. Bu ikisi de yoksa, sadece ‘ben böyle uygun bulmuyorum şöyle uygun buluyorum’ diyorlarsa, tabii görüşlerine saygım var, bir şey demiyorum.

Bu açıklamamdan rahatsız olanlar şunu bilsinler ki; İslam sadece iyiliği anlatmak değildir. İslam'da kötülükten alıkoymak da vardır. Elbette ki kötülüklerle mücadele edilirken sesin bazen yükselmesi gerekir. Bu alıkoymak istediğiniz kötülüğe göre değişir. Neyden alıkoyuyorsanız ona göre sesinizin tonu da değişir. Mesela şimdi şurada birisi içki içiyor olsa ona güzellikle anlatılır, bağırmaya çağırmaya gerek yok. Ama birisi bir başkasını dövüyorsa ya da öldürüyorsa orada yumuşaklıkla konuşulamaz, orada bağırmak icap eder. “Ne yapıyorsun?” demek icap eder. Belki o esnada bağırmak o kimsenin de hayrına olur, kendine gelir, belki öldürecekse öldürmekten vazgeçer. Dayak yiyen insan ister ki herkes o adama bağırsın. Etrafındakiler yumuşak söyleyecek olsalar, o dayak yiyen adam bundan rahatlamaz. “Ben dayak yiyorum bunlar güzel güzel konuşuyorlar, hiçbiri bağırıp çağırmıyor, beni o zalimin elinden almaya çalışmıyor, hiç tepki göstermiyor” der. O mazlum insan meseleye böyle bakacaktır. Şayet ortada bir zulüm varsa ve bu zulüm yaygınsa, insanlar ‘adalet’ diye bağırıyorsa böyle bir konjonktür de sakin konuşmak, mazlumların acısını hissetmemektir. Mazlumların çektiği acıyı hissetmeyenler sakin konuşurlar. Acıyı hissedenler öfkeli konuşurlar. Acıyı hissetmeyenler, acıyı hissedenleri anlamazlar. 

Ben sadece bugün değil, 2003-2004-2005 yıllarına baksınlar eski konuşmalarıma, Irak işgal edildiğinde Iraklı Müslümanlar, Amerika zalimleri tarafından şehit edildiğinde, o zaman da ne kadar sert konuştum. Hükümeti o zaman da eleştirdim, bu zalimleri destekledikleri için, Amerika'yı destekledikleri için, İncirliği Amerika’nın kullanmalarına izin verdikleri için, Amerikan askerlerine yardım ettikleri için, yiyecek içecek gönderdikleri için çok şiddetli eleştirdim. O zaman da sesim yüksek çıkıyordu, zulmün karşısında kısık sesle konuşulamaz, zulmün karşısında yüksek sesle konuşulur. Hadise bundan ibarettir, başka bir sebebi yok.

Peygamberlerin de bazen seslerini yükselttiklerini Kur'an'dan anlayabiliriz. Mesela Peygamberler diyor ki “Elinizden geleni yapın” “Bende yapacağım.” Mesela bu söz, sessiz sakin bir söz olabilir mi? Evet onların sesi kayıtlarda değil, ses tonlarını bugün dinleyemiyoruz ama Kur’an-ı Kerim bize onların mücadelesini anlatırken ayetlerden çıkardığımız sonuç bu. Karşılıklı böyle bir tartışma var, Peygamberlerde böyle konuşuyor, bu konuşma sakin bir konuşma değil. Tebliğ yaparken sakin bir şekilde yaparsınız ancak zulme karşı konuşurken elbette ki ses tonunuz değişecektir. Mesela Hz. İbrahim Aleyhi selam müşriklere diyor ki: “Siz Allah'tan bile korkmazken ben sizden, sizin bu putlarınızdan mı korkacağım?” Bu söz böyle sakin sakin söyleniyor olabilir mi? Yine Kâfurun suresinde “Deki: Ey Kâfirler!” “Sizin taptıklarınıza tapmam!” Bu yumuşak bir şekilde söylenir mi? Deki: Ey Kâfirler! Bu nasıl söylenilir? Bu yumuşak bir şekilde söylenemez. Demek ki Allah Azze ve Celle yerine göre sesini yükseltmesini istemektedir. 

‘İslam'ın Hareket Metodunda Taviz Vermemek Esastır! İslam'ın Hareket Metodunda Ezilen İnsanları Savunmak Esastır!’

Kur’an-ı Kerim küçükken diri diri toprağa gömülen kız çocuklarını savunmuştur. Yani bildiğiniz gibi Araplardan bazıları, küçük kız çocuklarını yeni doğduğunda, bazıları da birkaç yaşına geldiğinde canlı canlı toprağa gömerlerdi. Kur’an-ı Kerim bunu Tekvir suresinde ele alıyor ve buyuruyor ki: “O diri diri toprağa gömülen küçük kızcağıza sorulduğu zaman, hangi günahtan dolayı öldürüldüğü, hangi sebepten dolayı canlı canlı toprağa gömüldüğü?” Şimdi bu yumuşak bir ifade midir? Bu ifade tehdittir. Küçük kız çocuğunu diri diri toprağa gömen zalime tehdittir. 

Peygamberler dinlerinden taviz vermezler, Peygamberler mazlumları savunurlar. Ebu cehiller, insanların hakkını yediğinde, onlara zulmettiğinde, kölelere ya da hür insanlara böyle zulümler yaptıklarında peygamberler karşı gelmişlerdir. Efendimiz de Ebu Cehil ‘in yaptığına karşı gelmiştir. Belki her zaman yüksek tonda konuşmamıştır ama karşı gelmiştir. Yüksek tonda konuşulmasın istiyorlarsa, zulme karşı bir şeyler söylesinler. Benim gibi yüksek ses tonuyla konuşmak istemiyorlarsa, tamam, bunu kabul ederim, kendileri bilir ama zulme karşı konuşmak farzdır, farzı terk ediyorlar. Farzı terk etmek de vebaldir. 

‘Zulüm Yüksek Tonda Eleştirilirse Hızla Azalır’

Zulüm eleştirildikçe azalır. Zulme karşı sustukça zulüm çoğalır. Zulmü eleştirirken yüksek tonda eleştirirseniz hızla azalır. Herkes şunu anlayabilir, mesela şu memlekette 100 bin kişi yüksek tonda zulmü lanetleseydi, 100 bin kişi buna benzer açıklamalar yapsaydı, zalimler bu kadar pervasızca zulüm yapabilirler miydi? 

Din düşmanı bir komite var. Yalnızca hükümetteki insanlar değil, bir de kendini göstermeyen perde arkasında güçler var. Bunlar 15 Temmuz bahanesi ile 80 milyonun gözünü korkuttular. Hiç kimsenin bir daha herhangi bir cemaate gitmemesi için olayı sürekli tazeliyorlar, sürekli operasyon yaptırıyorlar, sürekli bu konuyu gündemde tutuyorlar ve herkesin sürekli susmasını, korkmasını sağlıyorlar. Birisinin kalkıp da bu oyunu bozması gerekmez mi? Bu bir proje! 15 Temmuz’u kullanarak büyük bir korku meydana getirmek, artık hiç kimsenin hiçbir faaliyete katılmamasını, hiçbir cemaate gitmemesini sağlamak ve susan bir toplum meydana getirmek. Bu arada toplum sustukça, onlar da yapacağını yapıyor, iyice zulümlerini arttırıyorlar. Birkaç yıl içerisinde çok mesafe aldılar. 

Bir toplumun aydınları ve âlimleri susarsa, o toplum doğru yolu bulamaz. Topluma kimler yol gösterecek? Aydınlar ve âlimler susarsa, toplum nasıl yolunu bulacak? Nasıl doğru yolda, istikamet üzere gidebilecek? Herkes sorumluluğunu yerine getirsin. İstiyorlarsa benim gibi sert söylemesinler ama zulme karşı gelsinler, zulme ‘zulüm’ desinler ve o mazlumların çektiği acıyı hissetsinler, bakalım o zaman yumuşak konuşabiliyorlar mı konuşamıyorlar mı görürüz. Zaten bu görevi yerine getirirlerse kendileri de belki zulme uğrarlar, işte o zaman yumuşak konuşabiliyorlar mı görürüz. Hakkı söylesinler, zulme karşı gelsinler, ses tonları kendileri ile alakalı.

Her yiğidin bir yoğurt yiyişi var, benim yoğurt yiyişim böyle. Onlar da zulme karşı gelsinler ama benim kadar sert söylemesinler, bir şey demem ama susuyorlar, bu dünyada bedel ödemekten korkuyorlar. Ahirete iman eden insanlar ama sanki ahirette bedel ödemekten korkmuyorlar. Ben onlara vazifelerini hatırlatmak istiyorum. Doğruları yaymak; yalnız doğruları anlatmakla değil, yanlışlara da ‘yanlış’ demekle ve yanlışları azaltmakla mümkündür. Yanlışla mücadele edilirse doğrular yayılabilir. Aksi halde doğruları anlatmakla doğrular yayılmaz.”





0 Yorum

Yorum Yaz