Rumeysa Sarısaçlı'dan Duygulandıran Yazı: Ne Mutlu Furkan Gönüllülerine!

Furkan Nesli Dergisi yazarlarından Rumeysa Sarısaçlı Hocahanım, Furkan Vakfı'nın 25. kuruluş yıl dönümü sebebiyle ele aldığı yazısını blog sayfasında paylaştı.

Rumeysa Sarısaçlı'dan Duygulandıran Yazı: Ne Mutlu Furkan Gönüllülerine!
01 Ara 2019 13:13:33

İlgiyle okunan "O Gece Ben de Ordaydım, Furkan Vakfı 25 Yaşında" başlıklı yazısında, vakıfla tanıştığı aylardaki duygu ve düşüncelerine değinen Hocahanım, vakfın açılış konferansına dair izlenimlerini paylaştı.

Yazısında Ocak 1995'de "Öncü Nesil" isimli konferansa büyük bir heyecanla katıldığını belirten Hocahanım, o dönemler Mısır'da olduğu için ilk kez konferansta gördüğü Alparslan Hoca'yı ve anlattığı öncü nesil hedefinden duyduğu mutluluğu tarif etti.

"Alparslan Hoca'nın hayatı boyunca unutamayacağı bir "Öncü Nesil" konuşması yaptığının notunu düşerek ‘Öncü Nesil mum gibi kendisini yakan, fakat insanları aydınlatandır; öncü nesil yalnızca fikirlerini    değil; hayatını değiştiren nesildir. Öncü nesil namaz kılmak için otobüsü durduran nesildir; öncü nesil Tarık Bin Ziyad gibi gemilerini yakmış bir nesildir; öncü Nesil Necip Fazıl’ ın bahsetti ‘kim var denildiğinde, sağına soluna bakmadan ben varım diyen nesildir. Öncü nesil FURKAN’DIR…’  ifadelerini kullandı.

Yazısında Furkan Vakfı'na kayyum atanması hususuna da değinen Hocahanım, " Furkan Vakfına kayyum atadılar ama gönüllere kayyum atayamadılar. Binalara mühür vurdular ama kalplerdeki sevgiye mühür vuramadılar, bağlanmış gönüllerin bağını çözemediler… O bağlı gönüller hem davalarına hem cemaatlerine hem de birbirlerine daha da bağlandılar. Binalara mühür vurdular; binaların ne önemi var! Bugün her ev vakıf! Her park vakıf! Yollar vakıf! Kafeler vakıf! Yeryüzü vakıf! Bu durumda ne yapabilirler! " cümlelerini kurdu.

Yazının tamamı;

 1994 yılının Aralık ayında resmi olarak açılan Furkan vakfının, bu açılışını ilan için 95’in Ocak ayında özel bir ‘açılış programı’ yapıldı.

Arkadaşlarla günler öncesinden, nasıl bir program olacağı, katılımın nasıl olacağı hususunda ve Mısır’dan gelecek olan Alparslan Kuytul Hocamızın nasıl birisi olduğu konusunda konuşuyoruz ve heyacanımızı birbirimizle paylaşıyorduk.

       Yağmurlu bir Ocak akşamında programın yapıldığı mekana birkaç arkadaşımla beraber gittik. İçeriye girdiğimde, sıcacık tebessümlü kardeşlerimizle musafahalaşınca, hal-hatır sorunca üşümem geçiverdi. Henüz 7-8 ay önce tanıştığım bir cemaatin vakfının açılış programında, kendimi hem ev sahibi hem de misafir gibi hissediyordum. Bir taraftan gelen misafirlere ‘hoşgeldiniz’ demeye çalışıyor, bir taraftan da programı en ön sırada seyretmek için arkadaşlara yerimi ayırmalarını tembihliyordum. Adana Büyükşehir Belediye Tiyatro Salonunun giriş katındaki ve balkondaki koltukları tamamen dolmuştu. Bayanlara ayrılan balkon kısmının en ön sırasındaki yerimi aldım. Koltuğuma oturunca tiyatro salonunun tavanına duvarlarına göz gezdirdim. Havası eskisinden ne kadar da farklıydı. Bu salonu iyi biliyordum. Daha bir yıl öncesine kadar, burada oynan birçok tiyatro oyununa gelmiştim. Ama bu gece farklıydı… Duvarı, tavanı, atmosferi farklıydı... Yanımdaki arkadaşlarım farklıydı… O salonda bulunuş gayem farklıydı… Ve yüreğimin heyecanı coşkusu ne kadar farklıydı.

       Program gönlümüzün baharı Kur’an tilavetiyle başladı. Daha sonra, amatör insanları birkaç günde çalıştırarak onlardan profesyonel bir koro ekibi çıkarma özelliği olan –sonradan, hidayet bulmadan önce de müzisyen olduğunu öğrendiğimiz- Kemal Abi’nin hazırladığı Grup Furkan koro ekibi çıktı. Tabi koronun solisti Kemal Abiydi. Benim için ilkleri yaşadığım bir geceydi. Böyle bir koroyu ilk defa izliyordum ve bu ilahileri pekte duymamıştım. O geceden aklımda kalan ezgi Kemal Abinin yanık sesiyle söylediği ‘Allahu Allah’ ezgisidir

‘Ömrünü bitirmiş viranemiyem

Aklını yitirmiş divanemiyem

Allahu Allah Allahu Allah Allahu Allah’

      Ne güzel ezgidir… Bazen bir ezginin, uzaktan gelen belli- belirsiz nağmesi, sizi 25 sene öncesine götürebiliyor. Şimdi bu yazıyı yazarken mırıldanınca, sanki o geceye gidiverdim.

      Artık ezgiler de bitmişti ve büyük an yaklaşmıştı. Sunucu, Muhterem Alparslan Kuytul Hocamızı konuşmasını yapmak üzere takdim etti. Gözlerimizi dört açmıştık, aylardır ismini duyduğumuz ama kendisini hiç görmediğimiz Hocamızı ilk defa görecektik. Tiyatro salonunun sahne kısmının merdivenlerinden ince uzun genç bir adam çıktı. Saçları sakalları simsiyah, gözleri kocaman, bakışları keskin, kaşları çatık bir adam… Uzunca bir giriş duasından sonra konuşmasına başladı. Şecaatli duruşuyla, kararlı ve insana güven veren konuşmasıyla ve ismiyle müsemma (konuşmanın kimi yerlerinde aslan gibi kükrercesine) ses tonuyla, daha o günden, davası uğruna her şeyi göze alacak bir dava adamının karşımızda olduğunu anlamıştık.

Hayatım boyunca unutamayacağım ‘Öncü Nesil’ konuşmasını yaptı.

Öncü Nesil mum gibi kendisini yakan, fakat insanları aydınlatandır; öncü nesil yalnızca fikirlerini    değil; hayatını değiştiren nesildir. Öncü nesil namaz kılmak için otobüsü durduran nesildir; öncü nesil Tarık Bin Ziyad gibi gemilerini yakmış bir nesildir; öncü Nesil Necip Fazıl’ ın bahsetti ‘kim var denildiğinde, sağına soluna bakmadan ben varım diyen nesildir. Öncü nesil FURKAN’DIR…’                          

      Konuşma bittikten sonra bir süre yerimden kalkamadım. Kulağımda sürekli hocamın sesi ve ‘öncü nesil’ kavramı uğuldayıp duruyordu… Ve orada Rabbime, hayatımın dönüm noktalarında verdiğim önemli sözlerden birini daha verdim. ‘Ben de öncü nesil olacağım’ dedim. Bunun için imkânım var diye düşündüm. 21 yaşındaydım, heyecanlıydım, okumayı, koşturmayı seviyordum, anladığımda, sevdiğimde ve inandığımda yapamayacağım şey yok gibi geliyordu… Konuyu anlamıştım, zaten severek bu yola girmiştim, bundan sonrası bana kalıyordu… Kafamda bu düşüncelerle, koşarak geldiğim salondan daha ağır adımlarla ama yüreğim mutmain bir şekilde çıkıyordum. Dilimde, ‘Allahu Allah’ ilahisi… Yağmur durmuş, gece epey ilerlemiş, yollarda kimse kalmamıştı. Toprağın kokusunu ciğerlerime kadar çektim, elhamdülillah dedim.

Bana böyle duygular yaşatan bir açılış programıyla açıldı Furkan Vakfı. 25 yıl boyunca adına leke sürdürmedi, açılışta ortaya koyduğu misyondan sapmadı. Gayesi, toplumuna faydalı, eğitimli, ahlaklı, çalışkan, dininin- davasının bilincinde, kula kulluk etmeyen, özgür ruhlu ‘öncü bir nesil’ yetiştirmek oldu. 2 yıl önce, bu ulvi gayeleri hedef edinen, bu hedefi meşru yollarla gerçekleştirmeye çalışan vakfımıza kayyum atandı. İddialar yenilir yutulur cinsten olmayan, esasında iftiralardan oluşan iddialardı… Ancak 2 yılın sonunda gelinen noktaya baktığımızda, Rabbim bu süre boyunca bu vakfı daha çok tanıttı, daha çok sevdirdi ve tertemiz olduğunu dünya –aleme duyurdu.

Furkan Vakfına kayyum atadılar ama gönüllere kayyum atayamadılar. Binalara mühür vurdular ama kalplerdeki sevgiye mühür vuramadılar, bağlanmış gönüllerin bağını çözemediler… O bağlı gönüller hem davalarına hem cemaatlerine hem de birbirlerine daha da bağlandılar. Binalara mühür vurdular; binaların ne önemi var! Bugün her ev vakıf! Her park vakıf! Yollar vakıf! Kafeler vakıf! Yeryüzü vakıf! Bu durumda ne yapabilirler! 25 yıl önce adı Furkan olan ve gönül sözüyle ahidleşenler ‘furkan gönüllüleri’ ismiyle, sayıları ve bağlılıkları artarak, Furkan ismini yaşatmaya devam ettiler; ediyorlar. Ne mutlu Furkan gönüllülerine! Ne mutlu söz verenlere! Ne mutlu sözünde sadık olanlara!

Rabbim cümlemizi mezara kadar sözünde sadakatli olanlardan eylesin.



0 Yorum

Yorum Yaz