Mazlumder Şube Başkanı Ali Öner: Türkiye’de bir hukuk devletinden bahsedemiyoruz

Furkan Nesli Dergisinin düzenlediği Adalet ve Hürriyet konulu panele katılan Mazlumder şube başkanı Ali Öner Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne yaşanan hukuksuzlukların sosyolojisini anlattı.

Mazlumder Şube Başkanı Ali Öner: Türkiye’de bir hukuk devletinden bahsedemiyoruz
23 Tem 2019 23:42:10

Pazar günü Adana’da Furkan Nesli Dergisi Adalet ve Hürriyet konulu bir panel düzenledi. Panelin konukları Mazlumder şube başkanı Ali Öner, Alparslan Kuytul Hocanın avukatı Adem Tural ve avukat Mehmet Ali Başaran oldu. 

Ali Önerin paneldeki konuşmasından derlenen kısımlar:

Cumhuriyetin Kuruluşundan Bugüne Hukuksuzluğun Sosyolojisi

İnsanlar bir arada yaşama ihtiyacı hasıl olduktan sonra hukuk oluşuyor. İnsan ilişkilerini belirleyen normlardır. Norm aslında bizim hayatı değerlendirme ve algılama biçimlerimizdir. Hayatı nasıl yaşayacağımız ve hayata nasıl bir anlam kazandıracağımız üzerine normlar oluştururuz. hukuk da bu normları göz önünde bulundurarak oluşur. Hukuki olan şey adil olandır. Eğer bir şey adil değilse hukuki de değildir. Bu doğal hukukun temel dayanağıdır. Pozitif hukuk ve doğal hukuk diye hukuk normları oluşuyor. Doğal hukuk nitelendirilirken her şeyin varoluşla birlikte doğada insanla birlikte tanrısal olarak var olduğuna inanılan düşünce biçimidir. Temel argümanı da odur. Eğer bir şey adilse hukukidir adil değilse hukuki değildir.

İnsanlar bu hukuka neden ihtiyaç duyar? Nerden çıktı? Neyin üzerine kurguladık?

Roma hukuku döneminden beri çokça söylenen bir argüman vardır. Güçlüler yasaları yaparlar ezilenler bu yasalara uymak zorundadır. Hukukun da şimdiye kadar güçlüler tarafından yapıldığı ve bunu da aslında kendini meşrulaştırma aracı olarak topluma dayatmaktır. Kendine meşru bir alan oluşturmak için hukuk oluştururlar. Bu hukukun da toplumun normları ile uyuşup uyuşmadığına çok dikkat edilmez.

Diğer bir mesele aslında pozitif hukukun da çokça söylenen iktidarın paylaşımıdır. Birileri iktidarda sultan olur, başkan olur, kral olur, çok önemli değil. İktidara geldiğinde yönetim içinde yaptığı yanlışların birileri tarafından sorgulanıp sorgulanamayacağı meselesidir. İktidar paylaşımının olup olmayacağı meselesidir. Bu bazen Avrupada soylular ve krallar arasında anlaşmalarla bir noktaya oturtulur. Bazı yerlerde de tek kişi üzerinden otoriter bir şekilde devam edebilir.

Hukukun diğer bir temel işlevine baktığımızda toplumsal yaşamı düzenler. Karşılıklı ilişkilerde hakem olacak düzenlemeler yapmasına ihtiyaç duyarız. Eskiden bu şu şekildeydi: köylerde, kasabalarda o bölgenin ileri gelenine kanaat önderine gidilir ve o meselenin çözülmesi istenirdi.

Modern hukukla beraber bizim de en çok maruz kaldığımız işlevlerinden biri toplumsal kontrol mekanizmasının oluşturulmasıdır. Cumhuriyet dönemi Osmanlı dönemini eleştirirken tebaa sistemi vardı diyordu. Padişah ve tebaası var. Padişah her şeyi tebaasına buyur eder o da yerine getirir. Cumhuriyetle beraber biz vatandaş olduk. Aslında tebaa anlayışından vatandaşın bir farkı yoktur. Temek bazı kurallar, anayasal güvenceler söz konusu ve bunlar veriliyor ama bu anayasal güvencelerin çok rahat bir şekilde bir gecede heba edildiğini, görmezden gelindiğini yaşadığımız pratiklerde görebilmekteyiz. Bir de toplumu ve bireyi kendi istediği, kurguladığı, bugün bizim toplum mühendisliği diye nitelediğimiz, değişikliğe uğratmaktır. Bu hukukun temel kurallarıdır.

Cumhuriyet dönemiyle hukuk nasıl oluşuyor?

Cumhuriyet kurulduğunda ilk mahkemeler istiklal mahkemeleridir. Temel işlevi asılmasına bilahare savunmasının alınmasına.. 3 Ali önce ifadelerini almadan adamı asar sonra da ifadelerinin ne olduğu ile ilgili mahkeme zabıtları oluşturur. Şimdi siz bir hukuk sistemi oluşturmaya çalışıyorsunuz. Bu sistem temeli itibari ile adil değildir. Adaletle yakından uzaktan ilişkisi yoktur. Bir sistem oluşturuyorsunuz. Sisteme muhalif gördüğünüz kişileri, kanaat önderlerini eğer asker gücünüz ile yok edebiliyorsanız ezip geçiyorsunuz. Askeri güç kullanmayacaksanız da bireyselse mahkemeye çıkartıp asıyorsunuz. Çokça bildiğimiz Atıf


Hoca, Şeyh Said, Seyit Rıza bu sürecin birer kurbanıdır. O dönemde bu kişiler bilinen isimler. O dönemde Birçok bölgede dar ağaçları kurulmuş her sabah insanlar kalkıp kimlerin asıldıklarına bakarlarmış. Böyle bir sistem üzerine, muhalif insanları yok edilmesi üzerine bir kurgu var.

Ceza hukuku oluşturulurken toplumun örfüne değer yargılarına göre hazırlanır. Bu hukuk ise ithal bir hukuk. İtalya’dan, Almanya’dan, İsviçre’den kanunlar alıp bunları kendi hayatımıza uyguluyoruz. Devrim mahkemeleri olarak da nitelendirilen İstiklal mahkemeleri çok tepki alınca güvenlik mahkemelerine değiştiriliyor adı. Devlet güvenlik mahkemeleri de siyasi mahkemelerdir. Doğal olarak bu mahkemelerde de siyasi ve politik görüşü farklı olan, hayatı devletin zihni ile değerlendirmeyen, olayları devlet bakışı ile değerlendirmeyen bir süreç yaşamış olundu.

Modern dönemin yaptığı şey Hz. Ömer’in helvadan putlar yapardık, acıktığımızda onları yerdik meselesinden çok da farklı bir şey değil

Aslında 1925 lerde İsviçre medeni kanununu alıp bir anayasa oluşturmuşsunuz. Bu anayasa çerçevesinde de din hürriyeti, ifade hürriyeti, gösteri ve toplantı hürriyeti demişsiniz. Kendi çıkarttığınız yasada bir sürü kurallar belirliyorsunuz. Bireyler de şiddete bulaşmadan belirlenen yasal çerçevede kendi düşüncelerini, bakış açılarını, hayata değerlerini aktarmaya çalışırken de bu güvenlik mahkemelerini gündeme alarak insanları yargılıyorsunuz. Her ne kadar ben anayasamda bazı kurallar belirliyorsam, bunları senin de çok rahat bir şekilde yaşayacağını söylüyorsam da benim yetki verdiğim kadar, deniliyor. Bu kendi çıkarttığı yasaya aykırı olarak nitelendirilir. Aslında modern dönemin yaptığı şey Hz. Ömer’in helvadan putlar yapardık, acıktığımızda onları yerdik meselesinden çok da farklı bir şey değil. Siz modern devletler olarak birçok yasa, kural, haklar, görevler ,ödevler belirliyorsunuz ve vatandaşın özgürlüğünü, hürriyetini rahat bir şekilde yaşayacağını belirtiyorsunuz. Bunu güvence altına alıyorsunuz. Sizin yapmış olduğunuz bu gösteri, basın açıklaması için aslında kimseden izin almanız ya da kimseye haber vermeniz gerekmiyor. Sadece can güvenliğinin sağlanması için haber verebilirsiniz. Devletin yapması gereken tek şey can güvenliğinizi sağlamak. Buradaki polis arkadaşlar sadece bizim can güvenliğimizi sağlamakla görevliler. Yasanın belirlemiş olduğu şey budur. Ancak size izin vermediklerinde ne diyorlar? Sizin can güvenliğinizi sağlayamayacağımız için orada basın açıklaması, gösteri yapmanızı istemiyoruz, engelliyoruz. Eğer doğrudan izin vermiyoruz, yapamazsınız derse suç işlemiş olur. Bu nedenle size gelen dönüş bu şekilde oluyor. İş çıkara dönüşünce mesele Hz.Ömer’in put meselesine dönüşüyor.

Hukuku çiğneyenler hukuk oluşturuyor

Bizim şuan yönetildiğimiz anayasalar darbe sonrası oluşturulmuş anayasalar. Hukuku çiğneyip darbe yapanların oluşturduğu yasalar. Hukuku çiğneyenler hukuk oluşturuyor. Bu insanlar hukuku gerçekleştirirken kendilerini koruyacak, güçlerini pekiştirecek, halkı kontrol altına alabilecek şekilde gerçekleştirirler. Bugün bu hukuktan farklı bir şey yaşanmıyor. Biz yine 80 darbesi sonrası oluşmuş yasa üzerinden hareket ediyoruz.

Her tüzel kişilik, her yapı, dini inanç grubu kendini açık bir şekilde beyan edip bütün düşüncesini radyo, basın, yayın, konferanslar, paneller üzerinde ifade edebilir

Şiddete bulaşmadığınız sürece fikrinizi rahat bir şekilde ifade edebiliyorsunuz. Alparslan Hoca düşüncesini ifade ediyor. Ben hayata böyle bakıyorum, benim her şeyim açık diyor. Bu arada Türkiye’nin bir de imza attığı Venedik anlaşması var. Bu anlaşmanın 13.maddesi şu şekilde: Her tüzel kişilik, her yapı, dini inanç grubu kendini açık bir şekilde beyan edip bütün düşüncesini radyo, basın, yayın, konferanslar, paneller üzerinde ifade edebilir ve bunu açık bir şekilde yapıyorsa devletin bu kuruma karşı yapacağı tek şey onlara gelebilecek zararı engellemektir. Fakat biz de ne yapılıyor? Her ne kadar oluşturulan anayasada ifade etme hakkın var diyorsam da ben senin beyanlarından rahatsız oluyorum. Seni yaptığım hukuksuzluklarla terbiye etmem lazım.

Seni içerde tutarak terbiye etmek istiyor

Birinci, ikinci duruşmadan sonra mahkemenin uzun süreceğini düşünüyorsa serbest bırakır, dışardan yargılamaya devam edersiniz. Bunu görmüyoruz. Sizi alıyor, elindeki mevcut dokümanlardan sizi uzun süre hapsedip edemeyeceğini biliyor. O zaman seni içerde tutarak terbiye etmek istiyor. Yani senin tutukluluk süreni bir mahkumiyete dönüştürüyor. Bizim aşamadığımız durum bu. Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişimi yaşandı. İki yıla yakın ülke olağanüstü hal ile yönetildi. Olağanüstü hal eğer ihtiyaç varsa devletin hakkıdır. Ama bunu sıkıyönetim anlayışı içerisinde, bireylerin özgürce kendilerini ifade etmelerini engelleyecek şekilde ortaya koyarsa devletin kendisi suç işlemiş olur. Biliyorsunuz biz Mazlumder olarak OHAL raporu yayınladık. Bu süreçte KHK’lar ile birçok insanın işine son verildi. Tabi ki darbeyi oluşturanlar suçlular ama yargılamanın kısa bir sürede yapılması lazım. Normalde yargılamada tutukluluk süresinin en fazla bir yıl sürmesi, bunu sonuçlandıramıyorsanız adli kontrol şartıyla serbest bırakıp yargılamanın devam etmesi gerekiyor. Biz bugün bunları göremiyoruz.

Türkiye’de bir hukuk devletinden bahsedemiyoruz

Onun için biz Cumhuriyet döneminden bugüne kadar Türkiye’de bir hukuk devletinden bahsedemiyoruz. Bir hukuksuzluklar, usulsüzlükler döneminden bahsedebiliyoruz. Yani sürekli değişiyor. 28 Şubat döneminde aynı sıkıntıları yaşadık, bugün de aynı şeyleri yaşıyoruz. Bu artık üstesinden gelinemeyecek bir hal almış durumdadır. Bugün mahkemeler, savcılar, avukatlar var bir de sanık dediğimiz insanlar var. Devlet hırsızlığı, yan kesiciliği, gaspı suç unsuru olarak kabul ediyor. Bunlarla ilgili cezai müeyyideler oluşturuyor. Bunlar çok kısa bir süre içeri alınıp bırakılabiliyor. Ama siyasi düşüncesi farklı olan, devleti eleştiren, hukuksuzluğunu yüzüne vuran, kendi dışında bir İslami düşünceye sahip olan insanların bugün içerde olduğunu biliyoruz. 28 Şubat döneminde de aynı şeyler yaşanmıştı. Birçok İslami görüş sahibi insan örgüt adın altında suçlanmışlar, gözaltına alınmışlardı.

“Bakın biz hiç suç unsuru olmadan nasıl bir iki yıl içeri attığımızı görüyorsunuz. Ayağınızı denk alın. Bundan sonra sizin başınıza da bu gelebilir” mesajı veriliyor.

Devlet hukuku daha doğrusu hukuksuzluğu bir silaha dönüştürerek kendisi ile örtüşmeyen, kendisi gibi düşünmeyen, hukuki anlamda kendisini zorlayan her bir bireye suç ihdas ediyor. Sadece hukuksuzluğu gerçekleştirmiyor, suç ihdas ediyor. Yapmadığınız şeyleri yapmış gibi gösteriyor. Belgeler düzenliyor. Şuan tutuklu olan Ebu Hanzala’ya da öncesinde polis hakkınızda IŞID’ın öldürme fermanı var koruma ister misiniz diye soruyor. Fakat Adam şuan IŞID mensubu olmaktan yargılanıyor. Furkan Vakfına da polis terör örgütü ile alakası yoktur raporu veriyor diğer taraftan da terörle yargılanıyor. Hizbuttahrir için de bunlar şimdiye kadar hiç silah kullanmamışlar ama olabilir gelecekte silah kullanma ihtimalleri var. Furkan Vakfı ve Alparslan Kuytul Hoca hakkındaki mevcut düşünce de budur ne olur ne olmaz. Biz önlem alalım. Belki 15-20 yıl sonra silah kullanır. Gelecek okuyor. Aslında burada yaptığı şey bir birey, yapı üzerinden şu mesajı veriyor. Bakın biz hiç suç unsuru olmadan nasıl bir iki yıl içeri attığımızı görüyorsunuz. Ayağınızı denk alın. Bundan sonra sizin başınıza da bu gelebilir. Şuan da Türkiye’deki mevcut hukuk sistemi ve kurgu bunun üzerinedir.


 





0 Yorum

Yorum Yaz