Temeldeki sorun belli: TL’nin değerine güven olmayınca hem sade vatandaş hem şirketler dövize, altına yöneliyor. Bunu görmeyip “vatandaşın döviz alması yasaklansın” derseniz, bu aynen “faiz sebeptir” politikası gibi arabayı atın önüne koşmak olur.
Ak Partili Vekil İsmail Güneş’in “vatandaşın döviz almasını engelleyecek bir sistem olsaydı döviz artmayacak, enflasyon olmayacaktı” şeklindeki konuşmasından bahsediyorum.
Oysa 1980 yılına kadar vatandaşın döviz alması yasaktı, ağır suçtu ama enflasyon Türkiye’nin en az üç yüzyıllık sorunuydu.
Bugün asıl sonun, siyaset-hukuk ilişkisinde…
SİYASET - EKONOMİ ÇATIŞMASI
Kerim Rota gerçek bir ekonomist, bankacılık uzmanı... Oksijen TV’deki açıklamasında, “19 Mart’tan bu yana döviz piyasasına yapılan müdahalelerin toplamda 60 milyar doları bulduğunu” belirtiyor. Daha önemlisi, “bu kaybın yalnızca finansal değil, aynı zamanda siyasi güvensizliğin de yansıması olduğunu” vurguluyordu.
Dikkat, dövizle siyasi güven arasındaki etkileşim!
Rota, “siyasi hedefler ile ekonomik gerçekler arasındaki gerilim tırmanabilir” diye de uyarıyordu.
İşte üzerinde duracağım fevkalade önemli sorun bu.
Bir iktidar seçim kazanmak için kesenin ağzını açmaya, düşük faizli kredi dağıtmaya, gencecik insanlara emeklilik bahşetmeye, yüksek taban fiyat lütfetmeye karar verebilir. Ama bu “ekonomik gerçeklere” aykırıdır, enflasyonu patlatır, iktisadi gelişmeyi vasatlaştır.
Daha uzaklara gitmeyelim, 1990’lardaki iktisat tarihimizin özeti budur. Dönemin simge mottosu, merhum Demirel’in pancar fiyatları için “bunlar ne verirse 5 lira fazlasını vereceğim” sözüdür.
Saygın iktisatçılarımızdan merhum Prof. Oktay Yenal, BM’deki görevinden gelerek Başbakan Çiller’e sunduğu 3 Aralık 1993 tarihli raporunda, “böyle giderse tüm bütçe gelirleri faize gidecek!” diyerek uyarıda bulunmuştu!..
DEVLETİN PARASIYLA
Türkiye 1994 yılında ağır bir kriz yaşamış, 2001’de bir krize daha girmişti. Merhum Ecevit koalisyonu döneminde merhum Kemal Derviş, iktisat tarihimizin en önemli reformlardan birini yapmıştı. Özü, siyasetçilerin oy düşüncesiyle ekonomiyi bozan davranışlarını frenlemekti… Mesela Merkez Bankası’nın bağımsızlığı…
Merkez Bankası matbaasına para bastırıp “müjdeler dağıtmak” artık mümkün olmayacaktı… İşte, dönemin başarılı Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti’nin 26 Nisan 2001 tarihli beyanatı:
İktidarlar rasyonel politikalarla ekonomiyi büyüterek, enflasyonu patlatmadan oy kazanmalıydılar. Sağlam kurallar ve kurumlar siyasetin popülizmini engelleyecekti. Derviş’in yapısal reformları kabaca on yıl devam etti. Ekonominin başında Ali Babacan ve Mehmet Şimşek’in olması, rasyonel politikalara güven artırıyor, Türkiye’ye 120 milyar dolar yatırım geliyordu.
KURALLAR VE KURUMLAR
Fakat sonra, 2018’de 3 Sayılı CB Kararnamesiyle MB’nin ve kurumların bağımsızlığı kaldırıldı. CB sisteminde yargının konumu ortada… Böyle bir yapıda “128 milyar dolar” hadisesiyle Merkez Bankası rezervleri eritildi... “Yedek Akçe”si bütçeye aktarıldı... Paralı imar affı gibi “müjdeler” verildi… Tüketim körüklendi…
“Devlet parasıyla oy toplama” nüksetmişti!
Son olarak muhalefeti “silkelemek” ve İmamoğlu’nu “itlaf” etmek üzere 19 Mart operasyonu… Bu defa rezervlerden 60 milyar dolar harcandı…
Rota’nın deyişiyle “sadece finansal değil”, daha önemlisi iktisadi program hakkında “siyasi güvensizlik!” patladı.
Öyle ki Financial Times gibi iktisat dünyasında çok okunan bir gazete, “hukukun üstünlüğüne yönelik endişelerin Mehmet Şimşek’in piyasa dostu politikalarını zora soktuğunu ve yatırımcı güvenini sarstığını” yazdı. (20 Mart)
Netice: Sizden-bizden fark etmiyor. Sorunun kaynağı siyasetin hukuktan güçlü olmasıdır. Kuralları ve kurumları “bizden” haline getirebilen veya örseleyebilen her iktidar sonunda “popülizm”e yapışıyor, ülke ivme kaybediyor.
Bakın, çeyrek asırdır “orta gelir tuzağı”nda debeleniyoruz.