Allah’a Adanmak

Allah’a Adanmak
17 Eyl 2016 10:58:55

Hamd; bizleri Müslüman ismi ile şereflendiren Allah Azze ve Celle’ye, salât-u selam; ömrünü Allah yolunda mücadeleye adayan, örneğimiz, Efendimiz Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e ve selam; adanmanın ve adamanın en güzel örnekleri Hz. İbrahim ve oğlu İsmail’i, Hanne ve kızı Meryem’i örnek alan kadın erkek tüm kardeşlerime olsun.
Adayış nedir? Kendini Allah’a adamak ne demektir? Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de “Yalnız Rabbine yönel” buyuruyor. Bir gün rüyamda birisi bana bu ayeti sorarak “Ve ile Rabbike ferğab nedir?”1 dedi. Ben de ona açıklamaya çalıştım. Sonra uyandım. Uyanınca bu ayetin tefsirlerine baktım. Selef-i Salihîn’den birisi bu ayeti şöyle yorumluyor: ‘Kendini Allah’a ada.’ Yalnız Allah’a yönelmek, kendini O’na adamakla olur. Maddî veya manevî başka hiçbir şeye yönelmeyip sadece Allah’a yönelmiş olanlar, sadece onlar kendisini Allah’a adamışlardır.

Müslümanlar hakikaten Rablerini seviyor olsaydılar, Rableri uğrunda kendilerini adar ve bir şeyler yaparlardı. Bir âşık sevgilisi uğrunda nelerini feda ediyor! Müslümanlar Rabbleri uğrunda nelerini feda ettiler? İnsan birisini sevdiği zaman ondan başka bir şey düşünemez. Muhabbet kelimesi de bu manaya gelir. Muhabbet kelimesi ‘hib’ kökünden geliyor. Su testisi su ile tam dolu olup ona başka bir şey koymak mümkün olmadığı zaman Araplar ‘su dolu testi’ manasında bu kelimeyi kullanırlardı. İşte, ‘muhabbetullah’ bu demek. Yani Allah sevgisinden başka bir sevginin kalpte kalmaması. Ayette: “De ki: Ey Rasulüm Allah’ı seviyorsanız…”2 buyruluyor. Ne demek Allah’ı sevmek? Kalbin tamamının Allah ile dolu olması, başka bir şeyin o kalbe girememesi, başka şeylerle meşgul olmaması demektir. “Ve ile Rabbike ferğab” yani “Rabbinden başka bir şeye rağbet etme!” demektir. Kalbiniz Allah Azze ve Celle’nin muhabbeti ile dolduğu zaman kendinizi sadece Allah’a adarsınız ve artık başka şeylere kalbinizde yer kalmaz.

Bugün kendisini Allah’a adayacak insanlar lazım. Herkes koyun adıyor. Koyun adamak kolay, erkek adam kendisini adar! Gelin bu davaya kendinizi adayın! Kendini adamak; kalbinizde Allah’ın dışında bir şey bırakmamakla mümkündür. Sadece Allah’a yönelmekle mümkündür ve eğer bunu yapmazsanız, başka şeylere yönelirseniz bilesiniz ki, o yüzünüzü döndüğünüz şeyler, başınıza çok sıkıntılar açacaktır.

Kendilerini Rablerine adamayanlar başka şeylere kendilerini adamak zorunda kalacaklardır. Mutlaka kendinizi bir şeye adayacaksınız. Malını ve kendini Rabbine adamayan ya karısına adayacaktır ya da çocuğuna. Rabbe adanmayan bir hayat ya bir makama adanacaktır ya kendi arzularına ya da şeytana adanacaktır. Bir hayat mutlaka bir şey uğruna adanacaktır.
İnsan bu dünyaya imtihana gelmiştir. Allah’a kendini adamazsa, o yolda başına gelecek olan musibetleri göze alamazsa; ailesine, çocuğuna, makamına, şöhrete, nefsine kendini adarsa tokadı oradan yer! Ve öyle şeyler başına gelir ki, Allah yolunda olanların başına gelmeyenler onun başına gelir. Yani böyle birisi demiş oluyor ki: “Ya Rabbi! Ben kendimi sana adayamıyorum. Yani ben şu imtihana girmeyeceğim. Ben fizikten imtihana girmeyeceğim.” O zaman kimyadan, matematikten imtihana gireceksin, kadınla imtihan olacaksın, makamla imtihan olacaksın, başka şeylerle imtihan olacaksın. Çünkü sen bu dünyaya imtihana geldin. Kendini Allah’a adamayanlar imtihandan muaf mı tutulacaklar!

İnsan bu dünyada mutlaka bir yük taşıyacaktır. Mesela; Allah size bir çuval yük hazırlamış, bunu taşıyacaksınız. Burada yükler var; kiminin içinde taş var, kiminin içinde elmas var, kiminde altın var, kiminde de odun var. Hepsinin kilosu da aynı. İster odun, ister elmas… Hangisini taşımak daha güzeldir? Elmas taşıyan mı daha şereflidir, odun taşıyan mı? Allah’ın davasını yüklenmeyenler sonuçta bir takım davaları yüklenirler. Allah’ın ve Rasulü’nün yükünü, davasını taşımayana Allah başka yükler taşıtır. Çünkü herkes bu dünyaya imtihan için gelmiştir. Bütün hayatınızı Allah ve Rasulü’nün davasına adayın. Bu hayat, onun dışında başka bir şey için adanmaya değmez.

Kur’an-ı Kerim’de Allah’a adama konusundaki en güzel misallerden birisi Hz. Meryem’in annesi Hanne’dir. Hz. Meryem ve Annesi’nin kıssası Kur’an’da anlatılır. “Ve o çocuğu karnında hisseder hissetmez: ‘Rabbi innî nezertu leke mâ fî batnî muharraran fe tekabbel minnî” demişti. “Allah’ım karnımdakini hür bir kimse olarak sana adadım.”3 Uzun yıllar beklediğim çocuğumu sana adadım. En değerli şeyini adıyordu Allah Azze ve Celle’ye! Ve bunu söylerken de büyük bir tevazu içerisinde söylüyordu.

Yüksek makamlara önemli şeyler adanmalıydı. Büyük makamlara basit hediyeler sunulmazdı ki… Onun da en değerli varlığı oydu. Yıllarca çocuğu olmamıştı ve onu adıyordu. “Özgür bir şekilde, kimsenin etkisi altında kalmadan, kendi özgür irademle en değerli varlığımı sana adadım Allah’ım!” Sanki basit bir şey adamış gibi de, “Fe tekabbel minnî” diyordu, “Benden kabul buyur Allah’ım!” Kabul etmeyebilirsin yani. Çünkü Sen kâinatın padişahısın. Onu veren de Sensin zaten. Senin verdiğini Sana adıyorum. Kabul etmeyebilirsin de. Çünkü zaten Sen verdin ve Sen çok daha güzellerine layıksın ama benim elimde bundan güzeli yok Allah’ım!

Bugün yaptıkları küçük bir hizmeti insanların başına kakan Müslümanlar görüyoruz. Kendisi Allah’ın nimetlerine o kadar teşekkür etmemiş olduğu halde az bir hizmet yaptığı zaman herkesten teşekkür bekleyenler, hürmet bekleyenler, taltif bekleyenler… Yaptığı üç kuruşluk hizmet için yüz kuruşluk mükâfat bekleyenler…

Allah’a adak adamış ve söz vermiş olanlar bilmelidirler ki; Meryem doğduğu zaman annesi Hanne sözünden dönmedi. Yıllarca beklediği o kıymetli çocuk doğduğu zaman Allah’a verdiği sözü değiştirmedi. Hâlbuki yıllarca beklemişti onu, sözünden dönebilirdi. “Allah’ım beni affet! Çocuğumun sevgisine dayanamıyorum. Onu ben mabede veremeyeceğim ya Rabbi!” diyebilirdi. Çünkü hakikaten Meryem gibi bir çocuktan uzak kalmak kolay bir şey değildi. Yıllarca beklemiş olduğu tek çocuğu, hem de Meryem gibi tatlı bir çocuk. Allah Azze ve Celle de kendisini bağışlayabilirdi. Ama o sözünde durmayı ve bu ayrılığa dayanmayı tercih etti. Hanne, Meryem’i mabede gönderdikten sonra geliyor, bazen gizli gizli, uzaktan bakıyordu çocuğuna… Ama ona görünmemeye çalışıyordu. Belki kendini görür de: “Anne, anne!” der, kucağına atılmak ister, belki kızı onu görünce eve dönmek ister, belki anne sevgisini hatırlar da burada kalmak istemez diye uzaktan seyrediyordu çocuğunu…

Zor günler seni bekliyor ey Meryem! Allah seni seçti ey Meryem! Seçildiğine göre zor günler seni bekliyor. “İnnallâhestafâki ve tahhareki vestafâki ale nisâil âlemin.” “Muhakkak ki Allah seni seçti, seni temizledi.”4 Çünkü sen önemli bir görev için yaratıldın. Önemli görevler yapacak olanlar temizlenirler. “Vestafâki ale nisâil âlemin.”, “Seni bütün kadınlara üstün kıldı.” “O halde Seni zor bir görev bekliyor ya Meryem!”

“Yâ meryemuknutî li rabbiki vescudî verkai mear râkiîn” Bu zor göreve hazır hale gelmen için daima kıyam edeceksin, secde edeceksin, rükû edeceksin. Ama tek başına değil, rükû edenlerle beraber, bu davadan ayrılmam diyenlerle birlikte. Rükû edeceksin, daima benzin alacaksın ey Meryem! Yoksa dayanamazsınız. Nasıl ki Müzzemmil suresinde Allah Azze ve Celle Peygamberimize ve onunla beraber ümmetine geceleyin kalkıp namaz kılmayı emrediyordu. Çünkü sana ağır bir dava vereceğiz, dayanamazsınız! İbadet bir eğitimdi yani, ağır yükü taşıyabilecek hale gelmek için… Namaz, cihad için hazırlıktır. Zekât, cihad için hazırlıktır. Oruç, cihad için hazırlıktır. Hac, cihad için hazırlıktır. Bütün ibadetler cihada hazırlık mahiyetindedir. Namaz insanı bir yönden, zekât insanı başka bir yönden cihada hazırlar. Oruç başka bir yönden, hac başka bir yönden. Bütün ibadetler insanı bir yönden cihada hazırlar. İbadetler, Allah yolunda gece gündüz faaliyet yapmak için insanı hazır hale getirir. İşte “Ey Meryem senin de omuzlarına ağır bir yük yüklenecek. Yakında sana ‘İsa’ verildiğinde iftiralara maruz kalacaksın. İşte o zaman dayanabilmen için Secde et ve rükû edenlerle beraber rükû et ey Meryem! Yoksa o gün geldiği zaman dayanamazsın.”

İnsanlar bu davanın yükünü taşıyacak kimselerin, âlimlerin yetişmesini isterler. Birçok kimse “Âlimler yetişsin ama benim çocuğum değil, başkasının çocuğu âlim olsun” diye düşünür. “Benim çocuğum doktor olsun, mühendis olsun, zengin olsun, fabrikatör olsun.” Böyle kimseler samimi değildirler. Bu davaya kendini ve çocuğunu adayanlar lazımdır. Yeni bir neslin yetişmesi ancak bununla mümkündür. Babası-anası çocuğunu adayacak ki; o çocuk Hz. Meryem olacak, ondan da Hz. İsa doğacak. Ebubekirler, Ömerler yetişecek. Abdulkadir Geylaniler, Bediüzzamanlar, Seyyid Kutublar yeniden doğacak!

Kişi çocuğunu Allah’a adarsa, Allah o hediyeyi kabul etmez mi? Allah kabul ederse onun rızkını en güzelinden vermez mi? Müslüman kendini veya çocuğunu Allah’ın davasına adadığında “İnnallâhe yerzuku men yeşêu bi gayri hısâb” ayeti gerçekleşecektir. Yani “Allah, istediği kimseye istediği kadar hesapsız rızık verir.”5 Bol ve cömertçe, ummadığı kadar. Normal muhasebe kurallarına göre değil.

Demek ki bugün biz de kadın veya erkek olarak çocuğumuzu adayabiliriz. Hatta ondan da öte kendimizi adamalıyız. Kıyamet günü amel defterinin nelerle doldurulmuş olduğuna bakılacaktır. İşyerine gidip geldiği kadar Allah yolunda yürümüş mü? Televizyon seyrettiği kadar Kur’an’ı okumuş mu? Bakacaklar! Bu yolda terlemiş mi? Bu yolda ağlamış mı? Neyini feda etmiş? Allah yolunda ayakları tozlanmış mı? İşine gücüne önem verdiği kadar ‘mabudum’ dediği Rabbinin davasına önem vermiş mi? Bu yönden meseleye bakıldığı zaman, dünyanın en özgür insanları, Allah’ın kulu olanlardır. Onlar İslam olmuş, Allah’a teslim olmuş kimselerdir. Allah’a teslim olan, özgürlüğün zirvesine çıkmış demektir. Allah’a teslim olmayan, her şeye teslim olur. Allah’a teslim olmayan şeytana teslim olur. Allah’a teslim olmayan nefsine teslim olur. Allah’a teslim olmayan, yerine göre bir kadına, bir makama, mala-mülke teslim olur ama mutlaka bir şeye teslim olur. 
Efendimiz’in gönderdiği birlik, bir müşrik kabilesine uğramıştı. Önce o kabileye tebliğ etmeleri gerekiyordu. Ama durum çok tehlikeliydi. Bir adanmış adam lazımdı, bir fedai lazımdı. Haram İbn-i Milhan’il Ensari: “Ben varım!” dedi ve gitti. Şehrin dışından seslendi: “Ey bu kabilenin insanları, ben Allah Rasulü’nün elçisiyim. Gelin, ‘La ilahe illallah Muhammedur Rasulullah’ deyin ve kurtulun.” Dışarıya çıktılar. Kabilenin reisi bir adama işaret etti. Adam arkadan yaklaştı. Elinde mızrak vardı, İbn-i Milhan’il Ensari’nin sırtından saplayıverdi. Ön tarafından çıktı mızrak. Vücudundan oluk gibi kan akıyordu. Bir anda bütün kanı boşaldı fakat o haldeyken dahi; “Allah-u Ekber, Kâbe’nin Rabbine yemin olsun ki ben kazandım!” dedi. Vuran adam hayretler içerisindeydi “Sen neyi kazandın?” dedi. İbni Milhan’il Ensari: “Cenneti!” dedi. Onu şehit eden adam bu cevap üzerine çok düşündü… Bu nasıl bir dindir ki böyle bir halde bile bu sözü söyletiyor? Onu şehit eden kişi Müslüman oldu. Adanmış olan şehit olurken kendini öldürenin de iman etmesine vesile oluyordu.

Bugün bu ümmete, ahireti için sadece dünyasını değil, ahiretini bile feda edecek adamlar lazım. Yani sadece maddî lezzetleri değil manevî lezzetleri bile terk edebilecek insanlar lazım. Bir Müslümanın kenara çekilip “Allah Allah!” demesi hoşuna gidebilir. Bu nefsinin de hoşuna gidebilir, imanının da. Ama bugün eğer bir kenara çekilmenin zamanı değilse, bugün eğer insanların içerisinde hizmet yapmanın, mahalle mahalle gezmenin, anlatmanın zamanıysa o halde gerekirse o manevî lezzeti de terk edeceksin!

Allah tarafından seçilenlere kendilerini adamak zor gelmeyecektir. Seçilmeye layık olanlardan başkası da seçilmeyecektir. Adananlar seçilmişlerdir. Allah’ın seçtikleri korkak olmaz. Allah’ın seçtikleri yarınlarda davayı bırakmaz. Yarınlarda davayı bırakacak olanları Allah seçmez. İstikrarsız adamı Allah seçmez! Tembel adamı Allah seçmez! Allah seçtiyse, o adam tembel değildir! Allah’ın seçtiği adam korkak değildir! Allah’ın seçtiği adam istikrarsız değildir! Allah’ın seçtiği kişi yerinde durmaz. 
Kendini adamayanların büyük hizmetler yapması, ümmetin kurtuluşuna büyük katkılarda bulunması mümkün değildir. Allah, başkalarını değil kendini ve ailesini Allah’a adayanları övmektedir. Bu unutulmamalıdır.

Allah, kendini adayanlardan ve böylece seçilenlerden olmayı nasib eylesin.

1- İnşirah- 8
2- Al-i İmran- 31
3- Al-i İmran- 35
4- Al-i İmran- 42
5- Al-i İmran- 37

(Furkan Nesli Dergisi Başyazarı Alparslan Kuytul Hocaefendi)

   


0 Yorum

Yorum Yaz