Tekke Ve Zaviye Nedir? Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Kanunu Nedir, Tarihi Süreç ve Toplumsal Sonuçları

Tekke ve zaviyelerin kapatılması sürecinin tarihi arka planını, alınan kararların toplumsal etkilerini ve günümüze yansımalarını detaylıca ele alan kapsamlı bir inceleme...

Eklenme Tarihi: 30 Kas 2025
4 dk okuma süresi
Güncelleme Tarihi: 30 Kas 2025
Tekke Ve Zaviye Nedir? Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Kanunu Nedir, Tarihi Süreç ve Toplumsal Sonuçları

Tekke ve Zaviye Nedir? Kavramların Kökeni ve İslam Tarihindeki Fonksiyonları

Tekke Ne Demektir? Tekkelerin İşlevi Nedir?

Tekke kelimesi sözlükte, “bir tarîkata mensup dervişlerin zikir ve ibâdet ettikleri ve içinde tarîkatın gerektirdiği şekilde yaşadıkları yer, dergâh” anlamına gelir. Sözlük anlamının yanı sıra İslam tarihindeki tekkelerin işlevi bu tanımın çok ötesindedir. Geçmişte tekkeler, cami ve medresenin yanı sıra, İrfan Mektepleri olarak kullanılmış, tasavvufi eğitimin ve manevi terbiyenin merkezi olmuştur.

Tekkeler basit bir yapıdan başlayarak zamanla mescit, tevhidhâne, kütüphane, misafirhane ve imaret gibi birçok birimi bünyesinde barındıran kompleks yapılar haline gelmişlerdir.

Tekkeler, Yunus Emre, Hacı Bayram-ı Velî ve Hoca Ahmed Yesevî gibi büyük halk şairlerinin ve gönül erlerinin yetiştiği ocaklar olmuş, Tekke Edebiyatı adı verilen özgün ve derin bir kültürel birikimin doğuşuna vesile olmuştur.

Coğrafya ve zamana göre dergâh, zaviye, hankah, ribât gibi farklı isimlerle anılsalar da, hepsinin temelinde manevi yolculuğa rehberlik etme misyonu yatmıştır.

Zaviye Ne Demektir? Tekkeden Farkı ve İşlevi

Zaviyeler, tarikat faaliyetlerinin yürütüldüğü, tekkelere nazaran daha küçük ve mütevazı yapılar olarak bilinir. Genellikle büyük yerleşim yerlerinin dışında, küçük kasabalarda, köylerde ve özellikle kervan yolları üzerinde kurulmuştur.

Zaviyeler, yolcuların ve dervişlerin konakladığı, dinlendiği ve manevi ilim tahsil ettiği merkezler olarak hizmet görmüştür. Bu yönüyle, Anadolu'nun sosyal dokusunu güçlendiren, misafirperverlik ve yardımlaşma geleneğini ayakta tutan hayati damarlar olmuşlardır.

Tekke ve Zaviyeler Hangi Kanunla, Ne Zaman Kapatılmıştır? 677 Sayılı Kanun’un Tam Metni ve Kapatılma Tarihi

Tekke ve zaviyelerin kapatılması, 30 Kasım 1925 tarihinde çıkarılan 677 sayılı Kanun ile resmileşmiştir.

Tekke ve Zaviyelerin kapatılması kanunu çıkarılma süreci, Şeyh Said Hareketi gibi dinî tepkilerle ilişkilendirilmiş; bu hareket, yeni rejimin laikleşme ve Batılılaşma yolundaki radikal adımları için bir bahane ve hızlandırıcı faktör olarak kullanılmıştır.

Tekke ve Zaviyelerin kapatılması Kanunu olan 677 sayılı Kanun’un tam metni ise şu şekildedir: "Türkiye Cumhuriyeti dâhilinde gerek vakıf suretiyle, gerek mülk olarak... tesis edilmiş bulunan bilumum tekkeler ve zaviyeler, sahiplerinin diğer şekilde hakk-ı temellük ve tasarrufları baki kalmak üzere kâmilen seddedilmiştir" hükmüyle, bu köklü kurumların varlığına son vermiştir.

30 Kasım 1925'te Ne Oldu? Tekke ve Zaviyelerin Kapatılmasına Giden Süreç, Kanunun Amacı ve Sonuçları Nelerdir?

1923’te resmen kurulan Türkiye Cumhuriyeti, aslında daha 1921 Anayasası’yla İslam’ı referans almayacağını ilan etmişti. “İnkılap Kanunları” adıyla yürürlüğe konulan bir dizi köklü düzenleme ile devletin ve toplumun din ile kurduğu bağlar aşamalı olarak koparıldı. Kılık kıyafet düzenlemelerinden eğitim politikalarına kadar uzanan bu inkılaplar, Osmanlı dönemine ait birikimi tasfiye etmeyi ve Batı tarzı yeni bir toplum modeli inşa etmeyi amaçlıyordu.

Yeni rejimin güçlendirilmesi ve dinle olan irtibatının azaltılması için gerçekleştirilen düzenlemelerden biri de Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Kanunu’ydu. Bu kanunun çıkarılmasına gerekçe olarak ise 1925 yılının başlarında Şeyh Said önderliğinde ortaya çıkan hareket gösterildi. İslami değerlerin geriletilmesine tepki olarak başlayan bu hareket karşısında hükümet ilk olarak Takrir-i Sükûn Kanunu’nu yürürlüğe koydu ve İstiklal Mahkemeleri’ni faaliyete geçirdi. Ardından yine 1925’te Hıyanet-i Vataniyye Kanunu’nda değişiklik yapılarak birinci maddeye “dini siyasete alet edenlerin vatan haini sayılacağı” hükmü eklendi. Doğu Anadolu İstiklal Mahkemesi, Şeyh Said hadisesinin ardından tekke ve zaviyelerin “fesat ve kötülüğün kaynağı olduğu” iddiasıyla kendi bölgesindeki tüm tekke ve zaviyelerin kapatılmasını kararlaştırdı.

Bu gelişmeler, tüm ülkede tekke ve zaviyelerin kapatılmasına ilişkin kanun sürecini hızlandırdı. Ankara İstiklal Mahkemesi de konuyla ilgili hükümete başvuruda bulundu. Aynı dönemde Konya Milletvekili Refik Koraltan ve bazı milletvekilleri bir yasa teklifi hazırlayarak Meclise sundular. Bunun üzerine 30 Kasım 1925’te 677 sayılı “Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Kapatılmasına Dair Kanun” kabul edildi ve 13 Aralık 1925’te yürürlüğe girdi.

Mustafa Kemal’in, 30 Ağustos 1925’te Kastamonu’da yani Tekkelerin kapatılması kanundan önce yaptığı konuşmasında, “Efendiler ve ey millet, biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz. En doğru tarikat, medeniyet tarikatıdır.” sözleriyle bu kapatmaların yaklaşmakta olduğunun işaretini zaten vermişti. Yani tekke, zaviye ve medreselerin kapatılması konusunda karar önceden verilmiş, uygun zemin ise Şeyh Said olayıyla oluşmuştu.

Ordunun müdahalesiyle bastırılan bu hadise Ankara Hükümeti tarafından tekkelerin kapatılmasını meşrulaştırmak için etkili bir şekilde kullanıldı. Diyanet Reisliği’nin yayımladığı genelgede de aynı kanaat açıkça yer aldı. Hükümet, Şeyh Said hareketini “laikleştirme reformlarına karşı dinî bir tepki” şeklinde değerlendirdiği için, laiklik ilkesini korumak amacıyla tekke ve zaviyelerin kaldırılmasını zorunlu gördü. Kapatılma gerekçeleri arasında bazı şeyh ve dervişlerin halk üzerinde siyasi nüfuz oluşturduğu iddiası da bulundu. Ancak bu gerekçe hem öznel hem de tüm tekkeleri kapsayacak şekilde genelleyici bir yaklaşım niteliğindeydi.

Tüm bu süreçler sonucunda toplum, adım adım kendi manevi ve kültürel değerlerinden uzaklaştırılarak Batılı normlara yönlendirildi. Bu radikal değişiklikler yapılırken halka danışılmadı; itiraz edenler tehdit edildi, sürgün edildi veya İstiklal Mahkemeleri’nin tartışmalı kararlarıyla idam edildi. Kendi değerlerinden vazgeçip yabancı ve yer yer yanlış kabul edilen değerleri benimseyen bir toplumun başarıya ulaşamayacağı ise ilerleyen yıllarda açıkça ortaya çıktı. Kurtuluş Savaşı’nda ülkeyi işgal eden ve büyük acılar yaşatan Avrupa devletlerinin hukuk ve değer sistemlerini benimsemek, akl-ı selim ve vicdani bir bakış açısıyla bağdaşır bir tutum değildi.