Ümmetin Kıyameti

Ümmetin Kıyameti
03 Eki 2016 10:49:13

Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’ in kıyametin alametleri hususunda buyurdukları sözler büyük ve küçük alâmetler olmak üzere ikiye ayrılır.

Büyük alâmetlerin nasıl ve ne zaman gerçekleşeceği gaybî bir mesele olup mahiyetini bilemiyoruz; ancak küçük alametlerin zuhur ettiğini ve zaman içerisinde tekerrür edip durmakta olduğunu müşahede ediyoruz. Efendimiz(s.a.v)’in küçük alâmetler bağlamında söyledikleri, ümmetini içine düşeceği tehlikeler hususunda uyarmayı ve yapılması gerekenler hakkında irşat etmeyi amaçlar.

Hz. Sevban (r.a) anlatıyor: Resulullah(s.a.v) buyurdular ki: “Diğer milletler, tıpkı sofraya yemek için üşüşen insanlar gibi sizin üzerinize üşüşecekler.” Bunun üzerine sahabiler şaşkınlıkla sorarlar: “Ya Resulullah! O gün sayımız çok mu az olacak?” Efendimiz (s.a.v.): “Hayır. Bilakis, o gün sayınız çok olacak; fakat siz – çokluğunuz – bir akıntıyla taşınan çer çöp gibi olacaksınız. Allah, düşmanlarınızın kalbinden sizin korkunuzu silecek, sizin kalbinize de “vehn” verecek.”

Bunun üzerine sahabilerden biri sorar: “Vehn nedir ya Resulullah?”

Allah Resulü(s.a.v) şöyle cevap verir: “Dünya sevgisi ve ölümü sevmemek, ölümden nefret etmektir” Bu hadis Müslümanların tarihte zaman zaman yaşadıkları medeniyet krizlerine ışık tuttuğu gibi bugünkü siyasi ve sosyal durumuna dair derinlemesine bir bakış açısı kazandırır.

Tarih boyunca yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak yaratılmış, orada bir medeniyet kurmakla görevlendirilmiş,insanoğlu çeşitli evreler geçirmiştir. Peygamberlerin getirmiş olduğu inanç, ahlak, cihad ve siyaset alanlarındaki esaslara bağlı kalan toplumlar gelişme ve yükselme kaydederken, bu esaslara aykırı davranan milletler de esfel-i sefiline gerilemiştir.

Yeryüzünde zulme ve zulüm sistemlerine karşı mücadelenin ilk temsilcileri olan peygamberlerin, ümmetlerini bu mücâdelenin safhalarında uyardığı en önemli esas, dünya nimetlerine dalmadan yeryüzünde Allah’ın hükmünü hâkim kılıncaya kadar cihat edip bu yolun zorluklarına sabretmektir.

Ümmet-i Muhammed’den önce küfür düzenleriyle mücadele etme ve İslam medeniyetinin kurulmasıyla görevlendirilmiş olan nesil İsrailoğullarıdır. Yukarıda belirtildiği gibi peygamberleri olan Musa (a.s.) da onlara aynı hususlarda uyarmıştır. Peygamberleri onlara kendilerini kölelikten kurtarıp özgürlüklerini ve şereflerini iade edecek bir davaya davet etmiş ve onlara o dönemin süper gücü olan Firavun, Haman ve onların ordularının kurdukları zulüm düzenini yıkmak ve iktidarı teslim almak gibi hedef göstermiştir.

Böyle bir hedefe ulaşmak için, öncelikle bu toplumun eğitilmesi ve ciddi bir ön hazırlıktan geçirilmesi (bir Mekke dönemini yaşamaları) gerekiyordu. Allah için, O’nun hükmü hâkim olsun diye zorluk ve sıkıntıya sabreden, davasını şahsi arzularının üstünde tutan, dünya ve dünyalık nimetlere ehemmiyet vermeyen büyük bir millet olmaları gerekiyordu.

Ancak İsrailoğulları, Allah yoluna ve bu yolda zaferin bedeli olan zorluklara tahammül edemeyip sakındırıldıkları dünya nimetlerine meylettiklerinde bu kutlu yolda yürüyecek imanı, iradeyi ve azmi kendilerinde bulamadılar. “Ey Musa! Biz bir çeşit yemeğe katlanmayacağız. Rabbine yalvar da, bize yerin bitirdiklerinden bakla, acur, sarımsak, mercimek ve soğan çıkarsın. O zaman Musa: ‘Hayırlı olanı değersiz şeylerle mi değiştirmek istiyorsunuz? Öyleyse Mısır’a inin, çünkü orada kendiniz için istediğiniz vardır.’ demişti. Buna binaen onların üzerine horluk ve yoksulluk damgası vuruldu ve Allah’tan bir gazaba uğradılar.” Dünyaya olan düşkünlükleri onları yaşama arzusuna, hatta binlerce yıl yaşama isteğine sevk etmişti. Bu hal İbn-i Haldun’un mukaddimesinde belirttiği gibi onları korkaklığa, tembelliğe, zorluk ve sıkıntılardan kaçıp rahatı arzu etmeye götürdü. Dünyaya dalmak, cihadı değil rahatı tercih etmek, Müslüman toplumun gücünü zayıflatan ve onu davası için fedakârlıktan alıkoyan ve İslam toplumunun bütün vücuduna sirayet eden bir kanser gibidir. Bu hal sürdüğü müddetçe Allah’ın vaat ettiği zafer gelmeyecektir. Çünkü zafer davanın gerektirdiği zorluklara sonuna kadar katlanan şiddetli imtihanlara sabreden ve mücadeleden ayrılmayan bir kitleye verilecek bir lütf-u ilahidir.

Biz bir zamanlar Allah yolunda her şeylerini feda etmiş, bütün sevdiklerinden hicret etmiş ve peygamberlerine “Biz İsrailoğulları’nın Hz. Musa (a.s.)’ya dediği gibi ‘Sen ve Rabbin gidin savaşın, biz burada oturuyoruz.’ demeyeceğiz. Bilakis biz, sen ve Rabbin savaşın. Biz de sağınızda, solunuzda, önünüzde ve arkanızda savaşırız,” diyen bir neslin kurduğu bir medeniyetiz. Müslümanların, Allah yolunda ve O’nun hükmü hâkim olsun diye, dünya nimetlerinden vaz geçip ölümden korkmadan cihat ettikleri dönemler, güç-kuvvet ve dünyaya hâkim olma yönünden de zirveye çıktıkları dönemler olmuştu. Ve o zaman Müslümanlar dünyanın şirk ve zülüm üzerine kurulu düzenini sarsan adaletin ve hakkaniyetin tek lideriydi. Dünya o dönemde elde ettiği saadeti ve özgürlüğü tarihin hiçbir döneminde elde edememişti. İnsanların gönülleri fethediliyordu. İnsanları kendilerinin kulu ve kölesi gören kralların saltanatları bir bir yok oluyordu. Ancak ne zaman müslümanlar geçmişlerinden, hayatı iman ve cihad gören dünya telakkisinden uzaklaştı, işte kıyametler o zaman kopmaya başladı. Çekici kılınan dünya ve nimetlerine10 meyledip cihat terk edilince yok olma süreci başladı. Arzuladıkları dünya onlara verilmediği gibi, bu ümmet izzet ve şerefini de kaybetti. Artık ümmet gücünü kaybetmiş İslam düşmanlarının elindeki “hasta adam” olmuş ve mirası paylaşılmaya başlanmıştı.

Allah Resulü(s.a.v)’nün; “Diğer milletler, tıpkı sofraya yemek için üşüşen insanlar gibi sizin üzerinize üşüşeceklerdir” diye verdiği acı haber ne yazık ki gerçek olmuştu. Bu hadisi sadece gelecekten verilen acı bir haber olarak değil, Allah Resulü(s.a.v)’nün o günden, bu günkü ümmetinin hastalığının teşhisi olarak telakki edersek yeniden eski gücümüze kavuşmanın yolunun; dünya sevgisinden kurtulup cihada ehemmiyet vererek, ölümden çok, dünyaya dalmaktan korkmak olduğunu görürüz.

İşte o zaman müslümanlar; sayıları az bile olsa düşmanlarının kalbine korku salacak ve tekrar gerçek güç, kuvvet ve izzete yeniden ulaşacaklardır.

Furkan Nesli Dergisi'nden Alıntıdır



0 Yorum

Yorum Yaz