Canlıların Genetik Şifresi

Canlıların Genetik Şifresi
22 Eyl 2016 11:47:57

Gözle görülemeyen hatta normal mikroskopla dahi görülemeyen ancak elektron mikroskobu dediğimiz, bir hücreyi binlerce defa büyütebilen mikroskoplarla tespit edilen bir yaratılış harikası olan DNA; insanoğlunun ve diğer canlıların bir zerreye kodlanan şifresidir. DNA zerreden kürreyi yaratmanın ispatıdır, mikroskopla bir zerreyi incelerken koskoca kâinatın derinliğini hissetmek yaratıcının ilmine hayran kalmanın göstergesidir. Bir meyve ağacının çekirdeğine, kocaman ağacın şifrelenmesi gibi canlıyla ilgili ciltler dolusu bilgileri o küçücük zerreye kodlamanın adıdır DNA.

Risale-i Nur’da da Üstad Saîd Nursi, canlıların çekirdekte kodlanmasına dikkat çekmekte ve ifadeleri açıkça yazıldığı zaman şu tespitler ortaya çıkmaktadır; Ağacın çekirdeği, ağacın bütün genetik yazısını ve yapısını içinde barındıran bir kitap, bir mecmua gibidir. Kısaca çekirdek büyüdüğünde ağaç oluyor, ağaç küçültüldüğünde çekirdek oluyor.Çekirdek ile ağaç arasında böyle muazzam bir münasebet bulunuyor. Bu Allah’ın kâinatta külli bir kaidesi olarak işliyor…

İncir çekirdeği, incir ağacının somut bir kader defteridir. İncir ağacının bütün anatomik özellikleri, incir çekirdeğinin içinde ince bir program ile tanzim edilip yazılmıştır. Bütün bitkilerin çekirdek ve tohumları, bütün canlıların nutfe ve spermleri de bu niteliktedir. Yani bir cihetle kendi tür ve fertlerinin somutlaşmış birer kader defterleri hükmündedirler. Burada da görüldüğü gibi DNA sanki bir okyanusun bir bardağa sığdırılması gibi yüce bir ilmin ürünüdür ve bizlere Rabbimizin gücünü göstermektedir.

DNA, bilimin gelişmesiyle ilk defa 1869 yılında Friedrich Miescher tarafından keşfedildi. Ancak 1950’lere kadar hakkında çok az şey biliniyordu. Bugün ise DEOKSİRİBONÜKLEİK ASİT diye bilinen DNA’nın en ilkel organizmalar da dâhil tüm canlılarda hücrenin çekirdeğinde bulunan ve bulunduğu canlının tüm vasıflarını kodlayan genetik bilgiyi taşıyan bir molekül olduğu bilinmektedir. Hücre çekirdeklerimizde 0.09 mm boyutunda sarılmış biçimde durmakta olan DNA’nın sadece bir hücremizdeki boyutu açılırsa 1,5 – 2 metre uzunluğa kadar ulaşabilir. Ayrıca tüm insanların DNA dizileri % 99.9 oranında benzerlik göstermektedir, geri kalan % 0.1 bizleri çevresel etkenlerin de etkisiyle diğer insanlardan farklı kılan kısımdır. İnsanın özellikle adli olaylarda saç, kıl, parmak izi veya kan örneğinden DNA analizi yapıp suçluların ortaya çıkarılması hatta yıllar önce ölen bir insanın mezarının açılıp oradan alınan örneklerle kimlik tespitinin yapılması ve yeni doğan bebeğin babasının tespiti … vb gibi birçok olay dikkatleri DNA üzerine çekmekte ve onu yaratanın, sınırsız ilmin sahibi Rabbimizin büyüklüğüne işaret etmektedir.

İnsanın yaratılışı babadan gelen spermle anneden gelen yumurtanın birleşmesi sonucu oluşan zigot (döllenmiş yumurta) dediğimiz bir hücreyle başlamaktadır. Bu ilk hücrede canlıyla ilgili tüm genetik özellikler mevcuttur. Bu hücre ikiye bölünür, sonra 4 e, sonra 8 e, sonra 16, 32, 64, ……. sonunda trilyonlarca hücre meydana gelir (resim-2), ama tüm hücrelerde ilk hücrede bulunan DNA vardır ve hücre bölünmeleri DNA denetiminde olur. Eğer bölünme DNA denetiminden çıkarsa hücreler genlerdeki bir hasardan dolayı kendi başına çoğalmaya başlarsa o hücrelerin oluşturduğu yapı artık normal değil hasarlı veya kanserli bir yapıdır. Çünkü bu bölünme canlının yaratılışının şifrelendiği DNA’nın kontrolünde değildir.

Genetik özelliklerin anne babadan bebeğe geçtiğinin birçok delili mevcuttur, ayrıca insanların önceki nesillerden birçok kişiyle benzerlik gösterdiğini normal hayatımızda da sıkça duymuşuzdur. Akraba ziyaretlerinde veya yeni doğan bebeği görmeye giden insanlardan; “…babasına ne kadar da benziyor,… aynen annesi, …dayısının kopyası, … burnu halasına benziyor, …gözleri tıpkı amcasının gözleri… vb” gibi çok söz duymuşuzdur. Hatta benzerlik sadece fiziksel değil davranışlarımızda ve mimiklerimizde dahi vardır. Bütün bu benzerlikler insanın saç rengi, teni, göz rengi, boyu posu, kemik yapısı, karakter yapısı, hatta hangi hastalıklara yatkın olduğu DNA içerisinde şifreler halinde gizlenmiştir. Günümüzde genetik taramalarla bu özellikler tespit edilmekte ayrıca kişinin kalp krizi, şeker hastalığı ve Alzheimer gibi hastalıklara yatkınlığı dahi bilinmektedir. İnsanın vasıflarının ancak mikroskopla görülen bu kadar küçük bir moleküle şifrelenmesi muazzam bir yaratma çeşididir ve kişinin Rabbine hayranlığını arttırmaktadır.

GDO NEDİR?

Son yıllarda sıkça duyduğumuz genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) DNA’nın üzerinde oynamalarla meydana gelmekte ve çok hassas bir şekilde yaratılan canlıların zararlı hale gelmesine neden olabilmektedir. Kısaca GDO; bitki ve hayvanların laboratuvar ortamında bilim adamları tarafından genetik özelliklerinin değiştirilmesi sonucu oluşan yeni tarımsal ve hayvansal ürünlerdir. Özellikle mısır, soya fasulyesi, pamuk ve bazı meyve sebzelere uygulanan bu işlemle daha fazla ürün artışı sağlanmakta fakat bunları tüketen canlılarda zararlı etkiler ortaya çıkmaktadır.

Burada yeri gelmişken şunu ifade etmezsek yazımız amacına ulaşmayacaktır. Bütün alanlarda yaratanın yaratmasına müdahale edilmemelidir çünkü müdahale edildiği zaman bunun birçok zararı olmaktadır. İnsan Allah’ın yarattığı şeyleri değiştirmek için müdahale ettiği zaman fayda yerine zarar verdiği gibi, Kur’an-ı Kerim’in bize sunduğu hayat tarzını değiştirip kendi kafamızdan yollar çizdiğimiz zaman da birçok zararlar ortaya çıkmaktadır. Bugün Suriye’de, Irak’ta binlerce insanın ölmesinin temelinde Allah’ın gönderdiği kurallara uymamak yatmaktadır. Batı toplumunun insanlığını yitirmesinde tabir yerindeyse İslam fıtratı üzere yaratılan insana İslam’ın değil de genetiği bozulmuş farklı sistemlerin uygulanması yatmakta, bu ise insana uymamakta ortaya güzel bir nesil çıkmamaktadır.

DNA başlangıçta da belirttiğim gibi adeta bir okyanusun bardağa sığdırılması gibi ciltler dolusu bilgilerin bir zerreye kodlanmasıdır ve bu muazzam molekülü 1-2 sayfayla anlatmak zordur.

Daha sonraki sayılarda devamını yazmak dileğiyle Allah’a emanet olun.

Hikmet BOZYEL

Furkan Nesli Dergisi'nden Alıntıdır.



0 Yorum

Yorum Yaz