Rabbanî Hareketin 21. Yılı

Peygamberî Metodla İslam Davasına Hizmette 21. yılı görmeyi bizlere nasip eden Yüce Rabbimize sonsuz hamdler olsun

Rabbanî Hareketin 21. Yılı
18 Mayıs 2015 17:58:27

Her konuda olduğu gibi İslamî hareketin takip etmesi gereken çizgide de bizlere en büyük örneği gösteren Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e salât ve selam olsun. Ve bugün; Peygamberî metodla ilerleyen bu hareketin sabırlı ve çilekeş öncüsü Alparslan KUYTUL Hocamız başta olmak üzere, Rabbanî hareketin 21. Yılına ulaşmasında emeği geçen tüm kardeşlerimize selam olsun.

Bugün itibariyle daha net görüyoruz ki; tohumu 1980’lere dayanan ve 1994’te Furkan Vakfı binasıyla filizlenen bu hareket, bu çağın Rabbanîlerine öncü olmuştur. Müslim’de geçen uzunca bir hadiste bir sahabî, Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e peygamberlikten sonra gelecek hayır ve şerr (dönemlerin)in olup olmayacağından sormuştu. Bu sorulara tek tek cevap veren Allah Rasulü; fitnelerin çok, günahların ise aleni olduğu bir dönemden bahsedince sahabe: “O güne erişirsem bana ne buyurursun Ey Allah’ın Rasulü?” diye sorar. Bu soruya karşılık Allah Rasulü bugünün müslümanına ışık tutacak cevabını verir: “Müslümanların cemaatine uy. İmamlarına tabi ol!”


Gerçekten de bugünün müslümanının sarılacağı kuvvetli dal, sadece Rabbanî bir cemaattir. Peygamberimizin adımlarının takip edildiği bir cemaat koruyucu bir kalkandır, Peygamberî bir atmosferdir. Zulüm, ahlâksızlık, çirkef ve aşağılık değerlerin hâkim olduğu şu çağda; bir cennet bahçesidir. Böyle bir asırda Rabbanî bir cemaat bulmak ve ona tabi olabilmek bir müslüman için paha biçilmez bir değerdir. Bugün Peygamberî metodla hareket etmek isteyenler, öncelikle Peygamberî metodu çok iyi bilmelidirler. Doğru istikamet ile yanlış yolların birbirine karıştırıldığı bu çağda dosdoğru yolu bulabilmek; ancak Kur’an ve Sünnet ışığında çağını anlamış (aydın-âlim) bir şahsın başarabileceği bir iştir.


Peygamberî metodun yegâne gayesi yeryüzünde Allah’ın hâkim olmasıdır.
Bu durumda bunun karşısındaki her otorite bu söylemle sarsılır. Çünkü gerçek otorite sadece Allah’tır ve insanlar tarafından da böyle kabul edilmelidir. İşte bu hedef Müslüman cemaati yeryüzünde egemenlik sağlamak isteyen güçlerle karşı karşıya getirir. Efendimizin daha ilk adımında Mekkeli müşriklerle karşı karşıya gelmesi gibi. O gün, saltanatlarının yıkılmasından korkanlar bu hareketi hasım tutmuşlar ama bu çabaları onları yıkılmaktan kurtaramamıştır.


Bu hareketin sancağında sadece Kelime-i Tevhid yazılıdır.Allah Rasulü tarafından açık davetin gerçekleştirildiği yani Le ilehe İllallah’ın Mekke semalarında yankılandığı ilk günlerde, o günün otoritelerinin kalbine kor düştü. Çünkü ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ iddiasının mağlup olma ihtimali yoktu. Peygamber Efendimiz ortaya tek başına çıkmıyor, bilakis kâinatın sahibini arkasına alıyor, hatta başkaldıranları O’nunla karşı karşıya getirmiş oluyordu. Dolayısıyla bu savaşın mağlupları en baştan belli olmuştu. Bu sebeple bu işin tek çaresi daha başlangıçta Allah Rasulü’nün bu davayı değiştirmesini sağlamak, ya da en azından arka plâna atmasını istemekti. Bu niyetle ona karşı en güzel tekliflerle toplandılar. ‘Ne istiyorsan verelim’ diyeceklerdi. “Makamsa makam, malsa mal, yeter ki bu kelimeyi bırak!” O zaman Efendimiz kıyamete kadar tüm müslümanların aklından bir an bile çıkmaması gereken o tarihi cümlesini söyledi:
“Le ilehe illallah derim, başka da bir şey demem!”


Peygamberî çizgi; tavizsiz bir duruş gerektirir.Çünkü şartlar ne kadar farklı ya da zor olsa da hedefe götürecek en kestirme ve izzetli yol budur. Yüce Rabbimiz Aziz’dir. Mü’min kulundan izzetli bir duruş ister. Bu durumda bir müslümanın kâfire karşı boyun bükmesi, taviz vermesi yani doğrularından geri adım atması öncelikle bu davanın sahibi olan Rabbimizin şanına yakışmaz. Dolayısıyla kul, taşıdığı davaya ve davanın sahibinin şanına yaraşır tavır ortaya koymak zorundadır.
Peygamberî metod, geleceği ya da neticeyi değil görevini düşünmeyi gerektirir.
Efendimiz’in durumunda da görüldüğü üzere üç kişinin yüzlerce kişiye hatta bir otoriteye karşı durması ancak imanla anlaşılabilecek bir durumdur. Bu sebeple Rabbanî hareketin mensuplarının kazanması gereken ilk şey; Yüce Rabbimizin azametine, kudretine, hikmetine olan kuvvetli imandır. Bu iman müslümana, hangi durum ve şartta olursa olsun Allah’ın gösterdiği çizgide yürümeyi öğretecek ve bu konuda sonunu düşünmeden yoluna bakma teslimiyetini kazandıracaktır. Bugün müslümanlar şunu da bilmelidirler ki; Peygamberî metodun ana hatları da detayları da bellidir. Çünkü Kur’an’ın insana koyduğu en önemli hedef; yeryüzünde Allah’ın hâkimiyetini sağlamak ve İslam Medeniyeti’ni kurmaktır. Bugün bazı müslümanlar diğer konularda olduğu gibi metod konusunda da tarihselci bir yaklaşımla bakarak; Peygamberî metoda değil nefislerine, Rabbanî hedefe değil dünyevi hedeflere yönelmeyi tercih etmişlerdir. Şeytan onlara; ‘nasılsa bugün Rabbanî metodu uygulamak bizim başarabileceğimiz bir iş değil, o halde biz başarabileceğimiz kısmı yapalım ve en azından dünyamızı kaybetmeyelim anlayışıyla hareket etmeyi’ hoş göstermiştir. Bu asla müslümanca bir tavır değildir. Bu açıkça Allah’a ve O’nun metoduna güvensizlik ya da dünya sevgisi ve nefse düşkünlüğün bahanesidir. Böyle davrananlar uhrevî ve dünyevî tüm kazançlardan mahrum olmuşlardır. Burada şunu da görüyoruz ki; Peygamberî metodu uygulamak isteyenlerde bir takım vasıfların bulunması şarttır; kuvvetli bir iman, mes’uliyet duygusu, sabır, cesaret ve hakta sebat. Bu vasıflardan birini bile taşımayanlar bu yolda hedefe yürümeyi başaramazlar. Peygamberî metod denenmiştir ve hedefine ulaştığı tarihi gerçeklerle ispatlanmıştır. Sayısı az, gücü az ve düşmanı çok olan ilk Müslümanlar, Hz. Peygamber’in arkasında dimdik durarak bu davanın, hasımlarını nasıl mağlup ettiğini tüm dünyaya gösterdiler. Mekke’nin en acılı günlerinde Efendimiz’in şu ifadeleri onlara ilaç gibi gelmişti: “Ey Kızım Fatıma! Ağlama! Zîrâ Cenab-ı Hak, senin babanı öyle bir dava için göndermiştir ki; yeryüzünde topraktan, deve tüyünden ve kıldan yapma ne kadar ev varsa, o dava yüzünden ya azîz ya zelîl olacaktır.”1 Biz de; 21. yüzyılda Allah’a, Rasulü’ne ve onun vaadine iman etmiş mü’minleriz. Kim ki peygamberinin yolunu takip ederse, o bu müjdelere erecek ve Peygamberine veren Allah, onun yolunun takipçilerine de elbette verecektir. Elhamdülillah buna inancımız tamdır. Kısa bir zaman dilimi olan 20 yılda bile Allah Azze ve Celle bu Peygamberi Metodla ilerlemenin meyvelerini toplamayı bizlere nasip etmiştir. Evet, bu yolun başlangıcı; belki taşlı, belki dar, belki dik bir yol gibidir. Ama asfalta çıkmanın en kestirme yolu ancak buradan geçer. Rabbanî olmayan metodların genişliğine aldanıp, ters istikametlere doğru yola çıkanlar; her yolun, kendilerini doğruya çıkaracağını zannetmesinler. Okyanusta pusulasız gezmenin sonu kaybolmaktır. Pusulaya değil de kafanıza göre dümeni çevirirseniz, yol sizi mutlaka bir yere götürür ama asla gitmeniz gereken yere götürmez. Burada işi tesadüflere bırakmak akılla izah edilemez. Çünkü hayat yolu öyle bir yoldur ki genellikle yanlış yaptığını fark ettiğinde geri dönüp en baştan başlamaya vaktin olmaz. Ayrıca Peygamberî metod; sağlam temeller üzere kurulmuş bir medeniyet inşa etmenin yolunu gösterir.


Dolayısıyla Peygamberî metodun kriterlerine uymak, medeni toplum binasının temellerini sağlam atmanın yegâne şartıdır. Buna uymayanlar bir bina yükseltebilirler ama temelleri sağlam olmayan bir binanın yükselişi, ancak çöküşünü hızlandırır. Nitekim öyle de olmuştur. Peygamberî metodun çilesine dayanamayanlar, binalarının sallana sallana çöküşünü izlemenin acısına dayanmak zorunda kalmışlardır. Furkan hareketi; Peygamberî metodun doğruluğunu bir kez daha bu çağa ispatlayan bir harekettir. Bu hareket; Tevhidî istikametle yola çıkan birinin nasıl binlere dönüştüğünü, çilekeş Peygamber’in çilekeş takipçisi olmanın bu asırda da mümkün olduğunu, yılların sabrının nasıl verimli meyveler verdiğini göstermiştir. Ve inanıyoruz ki aynı Peygamber’i gibi, kısa bir zamanda hedefine nasıl vardığını da gösterecektir. Âlimlerimizin; ‘ilmin başı soğandan acı, sonu baldan tatlı’ benzetmesi meşhurdur. Biz de bizzat tecrübe ederek diyoruz ki; Kur’an feneriyle yolunu görenler için bu yolun başı da sonu da gün gibi aydınlıktır. İşte burada âlimlerin feneriyle yolunu görmeye çalışan Müslümanlara düşen; hak bildiğine sonuna kadar sahip çıkmak ve ilk etapta karanlık gibi görünen geleceğe tam bir mutmainlikle yürümektir. Çünkü yolu gösteren Allah’tır. Vakfımızın kuruluşunun 21. yılında, 20 yıldır Muhterem Hocamızın tavizsiz duruşuna, haktan bir milim sapmayan istikametine ve 1 iken 1000’ler oluşuna şahit olmanın mutluluğunu yaşıyoruz. Ve Yüce Rabbimizden, bizleri son nefesimize dek bu yolda ilerleyenlerden kılmasını niyaz ediyoruz. Kur’an pusulasına sahip bir gemide; Rabbinin vaadine güvenerek yollara çıkan ve zorluklara-engellere aldırmadan hedefe doğru koşanlara müjdeler olsun! Çirkefin dört bir yanı sardığı bir zamanda bizleri böyle bir cemaatin ferdi yaparak tertemiz muhafaza eden ve öncüler olma şerefine erdiren Rabbimize binlerce şükürler olsun!
1-Ahmed bin Hanbel/Müsned



0 Yorum

Yorum Yaz