'Yarın başıma ne gelir bilemiyorum. Belki bir köşede kör kurşuna kurban giderim'

Sedat Laçiner ölümcül hataları nedeniyle hükümeti eleştirdiği için çeşitli engellemelere ve iftira kampanyalarına maruz kaldığını belirttiği 'Ben bugün mağlup oldum' başlıklı yazısında "Yarın başıma ne gelir bilemiyorum. Bir köşede kör bir kurşuna mı kurban giderim, yoksa ‘terörist’ ilan edilip hapislere mi atılırım, onu da bilemiyorum…" dedi.

'Yarın başıma ne gelir bilemiyorum. Belki bir köşede kör kurşuna kurban giderim'
27 Nis 2016 10:02:32

Sedat Laçiner'in yazısı:

Bu ülkede yazanın, konuşanın, eleştirenin ortak kaderidir; önce taşlanır, yaftalanır, ardından ‘hain’ veya ‘devlet düşmanı’ ilan edilir ve en nihayetinde demir parmaklıkların arkasına konur.

Sağ’dan veya Sol’dan olsun, Cumhuriyet tarihi bu gibi örneklerle doludur…

Bir süredir Hükümet’i eleştiren, ölümcül hataları nedeniyle onu uyaran bilim insanlarından biri olarak benim de kaderimin farklı olabileceğini hiç düşünmedim… Mısır politikasını, Suriye’deki inanılmaz yanlışları, terörle mücadelede izlenen ‘intihar gibi’ hataları söyledikçe kendim için korktum elbette. Başıma nelerin gelebileceğini seziyordum. Ancak kendim için duyduğum korkudan daha fazla ülkem için, onun geleceği için korktuğumdan konuşmaya devam ettim…

Ben konuştukça cezalandırma devam etti... Önce TRT’deki programdan ayrılmaya zorlandım. Akabinde Star gazetesindeki köşem kapatıldı. Ben de 'doğruyu söyleyen dokuz köyden kovulur' hesabı internet mecrasına yöneldim.İnternethaber adlı sitede yazmaya başladım. Yazılarım bazı günler yarım milyondan fazla reyting yapıyordu. Ancak çok okunması yetmiyordu, yazıların bir sorunu vardı, Hükümeti eleştiriyordu. Çok sürmedi, oradan da eşyalarımı toplayıp ayrılmak zorunda kaldım. Bu da yetmedi, televizyonlara ve gazetelere "bu adamı konuşturmayın" mesajları gitti. Suçum ağırdı, 'büyüklerimizi' eleştiriyordum...

...

Dediğim gibi, ben eleştirdikçe gizli bir el her yerde beni cezalandırmaya başladı.

Geçen yıl Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi rektörlük seçimlerinde öğretim üyelerinin büyük bir teveccühü ile birinci seçildim. Arkamdan gelen aday, devletin tüm imkanları elinde olmasına rağmen çok gerilerde kaldı. Ama Cumhurbaşkanlığı Sarayı, tabiri caizse ‘milli irade’yi umursamadı ve ikinci olan kişiyi rektör diye atadı. Bundan sonra yeni bir eziyet dalgası başlamış oldu.

Mayıs ayında odamdaki bilgisayarım zorla elimden alındı... Evimin kamera görüntüleri Rektörlük talimatıyla kopyalandı... 90 km uzaktaki ilçeye sürgün edildim. Hiçbir sağlık raporum idare tarafından kabul edilmedi. Hatta hasta oldum, sağlık raporu aldım diye hakkımda soruşturma açıldı, ceza bile verildi... Yıllık iznimden tek bir gün kullanmak istedim, “ders var, kimseye izin vermiyoruz” dediler. Oysa aynı gün birçok kişi yıllık iznindeydi ve benim de o dönem dersim bile yoktu... Benimle çay içtiler diye, sırf beni ziyaret ediyorlar diye insanlar hakkında soruşturmalar başlatıldı vs.

Sadece Üniversite üzerinden değil, YÖK üzerinden de kuşatma başladı... 1 yılda hakkımda açılan fiili disiplin ve ceza incelemesi ve soruşturma sayısı 200'ü geçti. Soruşturmaların içi boş, incir çekirdeğini bile doldurmaz belki ama 5 yıl boyunca gece gündüz demeden yazsam bu sorulara cevap verecek olsam yine de savunmamı bitiremem. Üstelik yeni soruşturmalar da gelmeye devam ediyor...

...

Bu süreçte sadece eziyet yok! Aynı zamanda yaftalama da var. 1950’lerde veya 60’larda olsaydım herhalde yaftalamak için bana ‘komünist’ derlerdi. 1980’ler veya 90’larda olsaydım namım ‘şeriatçı’ olurdu. Bugünün çamur atma markası ‘paralel’ ve ‘hain’. Kim ağzını açacak olsa ağzının ortasına ‘paralel’ veya 'hain' etiketi yapıştırılıveriyor. Bu etiket tutmadı mı, o zaman da ‘casus’ veya ‘terörist’ damgasını yiyorsunuz.

 

Bende de bunlar denendi... Uzun süre ‘paralel’ etiketini üzerime yapıştırmaya çalıştılar. Ankara’da birkaç kişilik bir grup kapı kapı dolaştı masalara ‘paraleller listesi’ bıraktı. Bazılarına da yüz yüze isimler verildi. Sahte sosyal medya hesapları, yani troller, günlerce, aylarca hakkımda ‘gizli paralel’ uydurmasını yaydılar. Bugün de aynı mesaideler. 'Trol' deyip geçmeyin, bunların 10 binden fazla olduğu söyleniyor. Bu iş için maaş bile alıyorlarmış ve idare merkezi devletin tepelerindeymiş veya derinlerindeymiş.

 

Benimle ilgili ‘paralel’ ve ‘hain’ yakıştırmaları uzun süre tutmadı. Tutmadı, çünkü ömrü boyunca bırakın herhangi bir cemaate veya tarikata katılmayı, dini-siyasi herhangi bir derneğe bile üye olmamış bir kişiyim. İşine âşık biri olarak gece-gündüz işimi yani Siyaset Bilimi’ni konuşurum. Dahası bırakınız bir cemaatin parçası olmayı, dini vecibelerini dahi yerine getirmekte zorlanan, dini konularda neredeyse ümmi bir kişiyim. Bana şöyle bir bakan herhangi bir tarikatın veya cemaatin yakınından bile geçmediğimi kolayca anlar. Üstelik dilim uzun olduğundan hiçbir cemaat veya tarikat bana tahammül de edemez. Üç gün söz dinlesem dördüncü gün ortalığı karıştırırım.

 

‘Paralel’ yakıştırmasının uzun süre tutmamasının bir diğer nedeni ise AK Parti’nin doğru politikalarına uzun süre destek vermem oldu. 2012 yılına kadar AK Parti’nin pek çok politikasını destekledim, ama birçok politikasını da yapıcı bir şekilde eleştirdim. 2012’den sonra doğrular azaldı, yanlışlar ezici bir çoğunluğa ulaştı. Yaniben değil, AK Parti değişti, AKP’leşti.

 

Ben partiyi eleştirdim, ancak taban benden hızlı bir şekilde kopmadı. Uzun süre eleştirilerim içeriden bir ses olarak yorumlandı. 2015 yılında bile ismim AK Parti çevrelerinde içeriden bir analizci olarak görüldü, pek çok parti yöneticisi bana gelip akıl almaya çalıştı. Hatta “benimle neden bu kadar çok uğraşılıyor” diye sorduğumda üst düzey bir partili şöyle demişti, “Hocam seni AK Partili bildiklerinden tabanda yorumların çok okunuyor, çok dikkate alınıyor. Sen televizyonlara çıktığında AK Parti seçmeni hemen kulak kabartıyor. Bu da birilerinin hoşuna hiç gitmiyor.”

 

Üçüncü olarak, milli ve vatansever bir kişiliğim var. Tüm ömrüm Türkiye’nin milli çıkarlarını savunmakla geçti. Bu ülkeye inanan bir insan olarak hep ülkemin yücelmesi, devletimin güçlenmesi ve milletimin kazanması için uğraştım. Milliyetçi duruşumu özgürlükçü bir yaklaşımla birleştirmeye çalıştım. Terör ve Ermeni Sorunu gibi pek çok konuda, hayatımı bile tehlikeye atarak bu ülkeyi savundum. Öyle ki son 6 yıl boyunca bir terör örgütünün tehditleri nedeniyle devlet, bana koruma tahsis etmek zorunda kaldı.

 

Bugün dahi terörün nedenleri ve kaynakları ve benzeri konularda Türkçe ve İngilizce olarak çalışmalarımı sürdürüyorum.

 

Bu nedenlerle benim gibi bir insanı ‘hain’, ‘paralel’ ve ‘terörist’ gibi sıfatlarla yaftalamaları uzun zaman aldı… Üzerimde çok trol çalıştı, hakkımda çok yalan haber yapıldı. Ama gördüğüm kadarıyla başarıyorlar...

 

Devlet olmayı, milletiyle uğraşmak sanan bir klik, ismimi çıkarmışa benziyor. Maaşlarını hakettiler yani. Kamuoyu yavaş yavaş ikna edildiğine göre (daha doğrusu beyinler iğfal edildiğine göre) bundan sonra asıl cezalandırma olan tutuklamalar ve hapishaneler gelebilir.

 

Nitekim geçtiğimiz günlerde kendi üniversitem, hakkımda TCK 301. Madde ve 302. Maddeden suç duyurusunda bulundu. Bu maddelerden ilki devleti aşağılamak, ikincisi ise ülkeyi bölmek suçlarını tanımlıyor. Suçlamanın nedenini oluşturan ise bu sitede yazmış olduğum bir yazı. Yazımda diyorum ki terörle mücadele stratejimiz yanlış; hata yapıyoruz; bu şekilde devam eder isek terör azmaya ve can almaya devam edecek; lütfen sesime kulak verin, şu terörle mücadele stratejimizi yeniden gözden geçirelim ve daha başarılı olabileceğimiz yöntemlere yönelelim... Evet, tüm söylediğim bu.

 

O yazımda bir de diyorum ki, toplum fazla kutuplaştı; insanlar birbirine karşı öfke ve kızgınlıkla muamele ediyor; bu kutuplaşmayı, bu duygusal kopuşları idarecilerimizin önlemesi gerekiyor. Aksi takdirde toplum bu haldeyken terörle mücadele de çok zorlaşır...

 

Ve son olarak yazımda şunu da diyorum; terörün arkasında yabancı devletlerin bulunduğu doğrudur, ancak buna imkân tanıyan içeride yaptığımız hatalardır. Terörün ve dış devletlerin istismar ettiği konularda daha iyi olmak zorundayız...

 

İnanın, tüm söylediğim bu. Hemen herkesin bir şekilde sağda solda yaptığı eleştirileri derleyip toplamış ve devletime, milletime bir katkısı olur ümidiylemakale haline getirmişim. Ve o makale hakkında 301 ve 302. Maddelerden suç duyurusunda bulunuluyor. Üstelik bu suçlamayı kim yapıyor, özgürlüğün ve aklın temsilcisi olması gereken bir üniversitenin rektörlüğü.

 

Meseleye ahlak, hukuk ve mantık açısından bakarsanız aklınızı yitirmeniz işten bile değil. Ama yukarıda özetlediğim kuşatma sürecini dikkate alırsanız, yaşadıklarımın arkasındaki nedenleri daha iyi anlarsınız.

 

Kimsenin hukuk, ahlak ve hatta mantık gibi bir derdi yok... Geçmişte olduğu gibibu ülke kendi evlatlarını yemeye devam ediyor.

 

Kısacası etrafımdaki kuşatma her geçen gün daralıyor…

 

Yarın başıma ne gelir bilemiyorum.

 

Bir köşede kör bir kurşuna mı kurban giderim, yoksa ‘terörist’ ilan edilip hapislere mi atılırım, onu da bilemiyorum…

 

Tek bildiğim, yazmaya ve Hak’kı haykırmaya devam ettikçe başım dertten kurtulmayacak…

 

***

 

Daha adil bir dünya için Türkiye’ye hep inanmıştım...

 

Türkiye, benim için tüm insanlığın elde kalmış belki de tek ümidiydi...

 

Ama artık ümitlerim soluyor...

 

Bu noktada aklıma gelen tek cümle Hz. Nuh’un son cümlesi: “Rabbim, bugün ben mağlup oldum.”

 



0 Yorum

Yorum Yaz